12
Yorum
33
Beğeni
5,0
Puan
996
Okunma

sevgili Nur
bugün sana yalnızlığın değişik hallerinden sesleniyorum
yanıbaşında uyurken ki yalnızlığın mesela
sevgili Nur
ayak parmaklarını öptüm uyanınca
hiçbir haber bülteni bahsetmedi bundan,
çünkü şafak vakti insanları
ölesiye yalnızdır yalnızlıklarında.
ayak parmaklarını öptüm
bir çift serçe sıcaklığında
solcular eve bazı kâğıtlar göndermişti
kırmızılı sarılı…
sonra bir güzel bağırdılardı.
öylesine upuzun adamlardandı
upuzun adamlardan bir adam…
ve vurdular oldu
nasılda şaşırmıştım
vurunca ölen adamlardandı
bir mil bilmem kaç kilometreyse artık
işte o kadardı…
İstanbulla Malatya arası kaç kiloysa köpek uçuşu
kuş yürüyüşü kaç sonbaharsa
nasılsa insan küstah saymalarında
sayıp sayıp ayırmalarında
ki biz ençok elimizin altındakine iman etmiştik
onlar eski bir ezan kaydında aramışlardı cenneti
sevgili Nur
sana yalnızlığın güneşli balkonlarından seslenmek istiyorum
yaz gelmiyor bu kente
öyleyse diyorum
bunca bulutun gizlediği gökyüzü
düpedüz dururken durduğu yerde
saklı bir mavilik nasıl tutunur mavi kalmaya?
çocuklar nasıl büyür bulutlu bir yaz mevsimini?
ucumuz bucağımız takvim yaprağı
ah beni bir türlü anlamadılar…
anlamadılar ki bir türlü beni
bir aslan aslan taklidi yaparken
kendisi gibi, nasıl olsundu başka?
gösterdim onlara yani
yani parçalanmış bir ceylan eksikken bir yerlerde
bir aslan aslan taklidi yaparken
doğayı kurcalarken durmadan insan…
kitaplarda büyük kediler
kediler ve masalar dört ayaklı
masalar hemen dört ayaklı
böyle tesadüf olur muymuş?
Tanrısına mazeret arayan adamlardandı
evet…
bazen masaya çağırır konuştururdu onu
biri bir Yasin okurdu
biri bir marş
ölü bunu zaten anlamazdı
sevgili Nur
masmavi bir gökyüzü biriktirdim sana
eskimiş bir cep aynasında
kuşlarıyla kanatlarıyla…
hem hiçbir treni gecikmezdi
sana geciktiğim kadar akşamüstünün…
sevgili Nur!
eski bir kahve makinesinde biriken hatır
yeni dünyalar yaratır
içeriz bir suyla başka bir suyun arasında kalanı
dersaadette akşam,
akşam ki keskin bir karanlığın zamanı
bu aşk dediğimiz incecik sızı
ençok İstanbul beyefendilerinin yakasına yakışır
öyle mi?
ve yetimler birbirini gözlerinden tanır
Karaköy’den Taksime doğru çıkarlarken bir kenti
…
sevgili nur
sana yalnızlığın pazartesi akşamından sesleniyorum
pencerelerde gülünç adamlar var
kapı önlerinde yeşil bir kanal
bunun öyküsünü anlatmıştım çocuklara
büyüdülerdi biraz
biraz biri çok sevmişti de öyküyü
ağaçları yeşermişti kış ortasında
zenginlerin denizden alıp veremediği neydi?
diye sordu yaşlı bir adam
zenginlerin dünyadan alıp veremediği neydi?
sevgili Nur
sana yalnızlığın medeniyet halinden seslenmek istiyorum
Amsterdam kasaplarina bakıyorum
yoklar… nerede kasaplar?
sahi nerede kasaplar?
gizlenmiş kuytulara
ölü bir hayvanı saklıyorlar bir ayıbı örter gibi
kırmızının doğru tonunda, asla vahşi değil
kan hiç değil
dosdoğru kesilmiş bir kaç parça et vitrinde
sanki gökten inmişcesine
insanlar insan taklidi yapıyor
insanlar yerin sebzelerinden de istiyor
sarımsağı, soğanı, mercimeği
Tanrı sabırlı
sevgili nur
biraz da benden bahset diyorsun
anladım
öyleyse hiç kimse seni uyurken görmemiştir
birkaç soykırım generali hariç
soğuk ve lanetli öfkeleriyle
öyleyse ben sana senin hikayeni anlatırım
sen yeni bir kumaştan elbiseler giyerken
taptaze bir şehirde
ama zulmü kazananların
aralıksızdır…
bunu böylece anlamalı
sahi hiç kimse görmemiştir seni uyanırken
Norveçli bir haciz memuruyum
Tanrıdan korkmuyorum
karanlık bir sokakta bıçaklanmaktan korktuğum kadar.
yüzümün bir yönü yok
hiçbir Norveçlinin yüzünün bir yönü yoktur
parmaklarının sonra…
mutluyum mutlu olmasına
sokakları düzelttigimizden beri
sarı sıcak bir Afrika güneşi eksik gökyüzünde
mutlu muyum sahi…
kalenderle takvimler arasında bir bağlantı nasıl olmaz
oyuncağını kaybetmiş çocuklar gibi
kalın bir hüzün değilse nedir bu bağıntısızlık
kalenderle takvimler arasında biri ilişki olmalıydı
bir gülücük sarardı belki dudaklarımızı
oturur eski dedelerimizden bahsederdik
sevgili Nur
bir balığı ölünce balıklar dislermis
insanı günahları
çünkü her şey hayata dahil…
herşey çaresizce yaşamanın bir cüzü
durmadan yıkılan sonsuz bir oruç mevsimi
mukabeleye uyanıyoruz her sabah
…
oyuncaklı dedeler kedileri gezdiriyor ip uçlarında
anneler ceylan sardunyalarını
bir kadim dünya alışkanlığıdır sonbahar
tırmanıyor evleri tepeden tırnağa…
sevgili Nur!
sana hiç çağrılmamış bir ölüm meleğinin
kendi iç mezarlığından seslenmek istiyorum
gömüyorlar sesimi aralıksız
kazmalar ve kürekler
ve biraz Tanrıtanır mezar kazıcıları
gömüyorlar sesimi aralıksız
aralıksız bir sonbaharın
kışbaşına döndüğü yere
karıncalara basmayayım derken gökyüzünü ıskaladım
sizi bilmem ama ben böyle iyiyim
bilmem…bilemem, ama ben böyle olmuş gibiyim
hem kim kimi bilebilir
bir ihtimal ben seni
kâlû belâdan beri…
5.0
100% (14)