1
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
1661
Okunma
siz, ağıt yakmayı kolay mı sanmıştınız yoksa?
öyle gözlerinizi kapatıp
saklanınca karanlıklara
temmuz güneşi damları esir aldı yine
saplanıyor toprağa mızrak misali...
oğullar bir yükseliği iyice çıkıyor
adım adım sıyrılarak topraktan
sırtlarında kurumuş meyve çuvalları...
tahta merdivenlere güven olmaz
bunu öğrenemedik henüz
birkaçımız düşecek muhakkak
yerçekimiyle hasım yaşlı anneler
delikanlı kucaklar açıyorlar
kapı önlerinde, ağaç altlarında
seccade başlarında...
kimisi şanslı,
kimisi şaşkın,
bazısı aklını yitirmekte...
bacılar saçlarını yoluyor
kardeşler bir cigara yakıyor
babalar öylece bakıyor...
kaldırıp yere vururken bir çaresizlik
belki de ilk defa böylesine kanayan kalplerini
kimsecikler duymuyor
tahta merdivenlere güven olmaz
bunu öğrenemedik henüz
kadınlar!
durmadan geride bıraktığımız kadınlar...
biraz bir başına kalıyor kendileriyle
duvar diplerine yaslanıp cizgileri sayıyor
kedilerden köpeklere bir bakış uzuyor böylece...
el sıkışıp, selam almalarla
el sıkışıp, selam vermelerle
bir şafak vakti incelmiş renklerini ayırıp köy meydanlarından
en kalın ikindileri... seyrelmiş gece yarılarından
bozkır evlerinden ve kırışık tarlalardan
dişleriyle söküp çıkaran
içten içe kalp vurup, damar çatlatan
gölgeleri oynaşırken gazoz açmanın,
dere ayaklamanın...
dam güneşine eskimiş bir fotoğrafı oturtup
avuçları yumuşacık meyveleri tutarken
en keskin bıçakları gözlerinde
suları ölçüp dalgaları biçmenin,
taş rengi taşların, toprak rengi toprakların
kahkahası ertelenmiş sarı mutlulukların,
hasretten kanatları dökülecek
bulutlardan sekip geri dönen kuşların
erkeğini hayatı yaşanır kılan çocuklardan ödünç almış
beyaz yüzlü oğlanlara aşık olmuş
alev alev adamlarda durulmuş
bir ölümün durmadan ardında bıraktığı kadınlar
çaresiz uyanacaklar
incecik boyunlarına kurumuş dağ çiçeklerini yeniden asacaklar
5.0
100% (6)