9
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
1822
Okunma

dün yeni bir nesnesine rastladım
kıymetli yalnızlığımın
onu bana zahmetsizce sattılar
yalnızlar bu işlerde pek hünerli
bunu iyice anladım
dudaklarımın lüzumsuzluğu gibi
içimde,
son kalesi kuşatılırken uykuya dalmış
bir orta çağ komutanı yürüyor
giderek koparılmış adı parmaklarından
ve göz kapaklarından...
alnının ortasında sancılı bir kalp
atıyor ağır ağır...
kaşları çatık,
omuzları yalçın kayalıklardan dökülmüş...
bütün bu kimsesizlik bir rüya
biliyorum,
uyanmak çocuk oyuncağı
biliyorum...
yeter ki bir akşam ansızın
sıcacık bir anne bir yerlerde
salçalı, uzun makarnalardan yapsın...
bir okul zili siyah önlüklü çocukları sınıflara çağırsın
yani yalnızlık değil asıl mesele...
içimde büyüyen şu son sahne
yeniden buluşma anı...
öyle değil mi?
bir gün başıboş bir hikayede
kendimi de anlatacağım elbet
sizi bir bardak demli çay içmeye çağırarak
gelin ne olur...
“güneşin bütün doğuş yerlerine yemin olsun”
ki yeminlerin en güzelidir o
benim şarkımı hiç kimseler duymadı henüz
hiçbir dudakta yumuşamadı keskin kelimelerim
kılıç, kurşun, özgürlük
ve vurulup vurulup ölmeler...
ölüp ölüp dirilmeler
gün bugündür diyerek
eski bir gemi iskeletinden içeri
binlerce treni birden uğurlarım
siz, bir düş görmüş gibi olursunuz...
kıymetli yalnızlığımın nesneleri
bir bir galip gelir yaşamaya
ben yenilirim
ve bütün yenilenler gibi
giderek eksilir içimde bir avuç kan
kan,
siyaha çalar durmadan
benim sokağımın hayvanları yumuşak ayaklı
atlarım hep bir karış kum üstünde koşarlar
gebe kadınların yüzleri gibi yuvarlak ve zararsız
ağırbaşlı sancılar doğurur zaman
ve siz kalın bir mayıs sabahında
çimen kokmaya pek bir hevesli beklersiniz
bir gün,
şöyle sapsarı bir hikayede
kendimi de anlatacağım elbet
sizi bir bardak demli çay içmeye çağırarak
gelin ne olur...
5.0
100% (24)