3
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
862
Okunma
’’ onurlu geçen ve onurlu yaşadığı zamanın duygularını,
yüreğinin ceplerine sıkıştırarak ,
tozlu yollarda peşi sıra dizilerek yürüyorlardı bir bilinmeyen diyarlara doğru ..
göz çukurları derinleşmiş nineler ,
gözyaşlarıyla topraklarını ıslatıyorlardı .
genç delikanlıların elleri arkadan kelepçeli ,
kadınların sırtlarında sepetleri olanlar ,
küçük kız ve oğlan çocukları . .
güneşin kavurucu sıcağında ,
yalın ayaklarıyla bilinmeyen bir diyarın yollarına düşmüştüler .
yürek heybelerinden ,
ve çokça benlerinden sıyrılmış dokunuşlar bırakıldı Lazona’ya . .
küçük bir çocuğun elleri arkadan kelepçeliydi ,
sıkıca bağlanmıştı, kolunu hareket dahi ettiremiyordu .
etrafında bir kaç postal duruyordu ,
elleri silahlarının tetiklerinde, sağı - solu keskin gözleriyle izliyor ,
ve küçük bir kıpırdama duyduklarında hemen sesin geldiği yere doğru koşuyordular .
postalın bir tanesi yaptıkları katliamı övüyordu ,
iştahlı iştahlı anlatıyordu ,
etrafındaki postallara ..
silahlarını omuzlarına alarak dinliyordular
tecavüz ettiği kadının çığlıklarını taklit ederek
antıkça postal
kahkaha atarak gülüyorlardı ..
kimisi espiri patlatıyor
parmaklarıyla öldürdükleri insanları göstererek ; ’’şunlara bak’’
karınları çatlayana kadar gülüyordular ..
küçük çocuğun gözleri ardına kadar gerili ,
kara gözlerinin rengi solgun .
ağlamaktan gözlerinin altı mos mor ..
bahtının karası gözlerini ,
cansız bedenlerde dolanıyordu .
ne yutkuna biliyor ,
ne konuşa biliyordu .
karşısında cansız bir kadın bedeni,
üstü yırtık,
elbisesi omuzundan sıyrıkdı .
sağ tarafında kardeşi ,
delik deşik bedeni çam ağacına asılıydı .
az ileride bedeni param parça olmuş babası ,
bir ağaca bağlı . .
küçük çocuk gözlerini gezdiriyordu ,
bedeni tir tir titriyor . .
ağlayamıyor, yutkunamıyor .
postal, silahının namlusuyla küçüğün sırtına dayıyayrak iteledi
yüz üstü yere düşerek ,
kurak toprağın kokusunu içine çekti . .
son kez,
bir daha,
derin bir nefes çekti içine . .
delicesine koşturduğu tozlu toprağını öpüyordu dudaklarıyla
hasret kalmayayım diye derin derin içine çekiyordu toprağının kokusunu. .
güzel diyarı ,
o kadim diyarın güler yüzlü insanları
bir lokma ekmeği bile yetimlerle paylaşan
aç gezenin yanına vararak dolu dolu erzak yardımda bulunan o insanlar,
kavurucu güneşin altında peşi sıra dizilerek yok oluşlara yürüyorlardı tozlu yollarda . .
kadim diyar, artık ;
kayıp diyar oluyordu . .
Küçük çocuk toprağına kapandı . .
diz üstü düşerek toprağına eğiliyordu ,
anılar geçiyordu yüreğinin derinlerinden ;
Lazona’nın yüce dağlarında
sislerin ardından doğan güneşi ,
dağların doruklarından izlerdi .
kara gözleri ufuklar ötesine takılırdı her zaman .
bir tulum sesi duyulurdu o anlarda ,
uçmak isterdi ,
kollarını iki yana açarak o boşluktan kendini bırakmak
ve anka kuşunun kanatlarında,
ufuklar ötesinde olan diyarlara gitmeyi düşlerdi her zaman .
Tulum’u çalan Lazona’nın tulum ustası Mpula’idi .
çalarken tulum’u
ufuklar ve ovalar tüm renklere bürünüp yüreklere aksederdi sanki .
Lazona diyarının Maçka Melas tepesine çıkarak çalardı tulumu Mpula ,
güneşin utangaç bakışıyla bembeyaz sislerin arasından koşardı küçük bir Ermeni çocuğu .
postal küçük çocuğun saçlarından tutarak ,
başını yukarıya doğru kaldırdı .
küçük çocuk bu kez ağlıyordu ,
postalın gözleri dönmüştü artık ,
insani bir yanları yoktu . .
bıçağını kamasından çıkardı ,
küçük çocuğun ince boynunda ,
bir yukarı, bir aşağı yaparak ,
boynuna sürdü . .
koca bir nehrin suları boşaltılıyordu .
oluk oluk sular nehirin yönleri değiştirilerek ,
akması gereken yere değil ,
akmaması gereken yerlere akıtılıyordu zevk için .
önlerine koyulan koca taşlarla akmasını engellemeye çalışanlarda vardı ,
nehrin içinde kalan balıklar can çekişerek nefessiz kalıyordu ,
olduğu yerde çaresizce çırıpınan binlerce can acımasızca öldürülüyordu .
Boynu gövdesinden ayrılmış küçüğün gözleri parlıyordu ,
gülüyordu kara gözleri sanki
Lazona’nın gökyüzünde uçuşan atmacalar ve güvercinler gökyüzünün etrafında dönüyordular .
rüzgar esmesini durdurdu o anlarda
kara bir bulut gökyüzünü kapladı ,
bir aydınlık aralandı semadan .
küçük kesik başıyla doğruldu olduğu yerden
semaya ağır ağır tırmanarak çıkıyordu
ardında bıraktığı diyarına el sallayarak gidiyordu
az ileride annesi, babası, kardeşi, arkadaşları vardı
merdivenlerden ağır ağır çıkıyordu . ’’
Bir anda uyandı rüyasından Zifona
Mezopotamya ışıl ışıldı ,
yaşlı bir nine ağırda keçi sütü sağıyordu .
kuşların cıvıldayışları odanın içini dolduruyordu
güneş ışıkları masanın üstünde duran saatin camına düşüyordu
beyaz kireçe boyalı duvarda aslı duran saate baktı Zifona
ve yatağından kalkarak yüzünü yıkadı . .
Papulya’nın dudaklarından düşen kelimeler
toprağa karışınca sıyrılıyordu sahte renginden .
uzun zamandır bilinmeyen bir diyarda teni derince inzivaya çekilmişken
Zifona kadim diyarın kavurucu sıcağında
tek kağıtlık tütünü sarıyordu.
Sürgün geçen yıllarının yazgısında
Papulya’nın olmadığı yıllar
Zifona’nın saç tellerinden dökülüyordu . .
uğruna yazılıyordu onca öyküler Lazona’ya ,
Söylendi bir çok türküleri ,
Yemyeşil dağlarının resimleri yapıldı .
On binlerce insan tozlu yollarda ölüme sürüldü sonrasında
Geriye kalan yanlızca düşlerimiz ve yüreğimiz oldu .
Orda yaşıyan zamane çocuklarında hep aklımız kaldı
Hasret ve derince özlem duyduk Lazona’nın
Havasına,
Suyuna,
Güneşine ve toprağına ..
Renas Tutaste
5.0
100% (8)