Kimseye Duyurmadan Su'yun Teninde Yüzleşirsin Kendinle/Bir Yerlere Dökülür Yaprakların/Susarsın
Postacısını kaybetmiş zamandayız..
’’Gecenin en güzel saatlerinde insanlar sahilden iki sesli bir türkü duyarlardı iki sesli iki yürekli’’..S Öner..
Ömrümüze Bir Yaz Gecesinin Bütün Yıldızlarını Koysak Yan Yana Gelir mi İki Heceden Kopmuş Bir İsim..
İklimini çağıran düş’e sessizce ve koşulsuzca uzanmak.. Gecenin ileri bir saatinde,elinde hayatın olağan yazgısıyla. Bu gece bütün ikincil karakterlerin yazgısı değişecek.. Röportajlarda vesikalık fotoğraf arayacak çok tirajlı gazeteler.. Kibrit çöpünün sigaraya intiharını anlamak için cinnet manşetleri atacaklar.. Bir müzik açıyorum şimdi..ilk şarkı senin için..Yağmur altında kendinden çık’.. Ömrümüze bir yaz gecesinin bütün yıldızlarını koysak,bir cumartesinin kollarından kuşbakışı seyretsek herşeyi,en sade halimizle yürüsek, yürüsek,yürüsek,yan yana gelir mi iki heceden kopmuş bir isim?..
Saçlarıma düşen yağmur yakası açık gömleğimden gövdeme dökülüyordu..İçimde bir öğün su birikmişti.. Kafamın içinde biriken soru imleri dört koldan saldırı halindeydi.. Sırtını rüzgara vermiş bir gölgeyi takip etmeye koyulmuştum.. Sokaklar sessiz,ağaçlar son yapraklarını dökmüş,evsizler bulabildikleri saçakaltlarına sığınmış..Canı sıkılıyor gecenin.. Yol bitiminde gölgem de bir anda kaybolmuştu işte.. Yağmur suyuna gölgemi kaybetmiştim..Ciddiyetini yitirmiş orkestra şefi gibi gövdemi bir o yana bir bu yana sallamaya başlamıştım..Planlanmış bir yolculuktaydım aslında.. Kafamın içinde soru imleri bastırdıkça nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum..Etrafta kimsecikler kalmamıştı.. Kilometre levhaları silinik ve bazı harfleri de eksikti..Birileri gelip beni alana kadar beklesem,kaç zaman geçerdi acaba?.. Sonra bu düşüncemden vazgeçtim..Kafamın içinde dolaşan soru imleri gittikçe tek bir sözcüğe dönüşüyordu..Yenilgi!!.. Bir Cumartesi ilk defa eğlip yenilgimden öpüyor en sevda haliyle.. Ezbere bildiğim bir öyküye mutlu sonu bulmuştum..’’Elllerimiz birbirinin içinde unutulmuş olsaydı keşke’’.. En azından bir şey kesinlik kazanmış durumda,belki rüzgar duracak,sis bulutları artacak,günün yorgun omuzları silkeleyip atacak her birimizi ama gecenin göğü bize yolumuzda kılavuzluk etmeye devam edecek..Çeşit çeşit yıldızlar takımlar halinde ışık tutacak yolumuza..Omzundan düştüğümüz güne sabah seke seke varacağız..Ellerimizde güzele olan dehşet betimlemelerimizle.. Bazı kentler kollarımın arasında büyük bir sevgi ve bağlılıkla büyümesini sürdürecek.. Denizsiz kentlerime martılar su taşımaya devam edecek..
Yorgun hissediyordum kendimi,sendeleye sendeleye yatağa ilerledim.. Gün ışımasına henüz iki saat vardı ve karlakarışık yağmurun pencereye vuran takırtıları sevdiğim şarkının melodisi gibi geliyordu kulaklarıma.. Verne’nin uçan balonunda kalabalık bir caddenin kaldırımına inmiştik düşümde..Güneş tüm sıcaklığıyla üzerimizdeydi.. Elimdeki kitabı gölge yapsın diye başımın üstüne tutup etrafı seyrediyorum.. Yağmurlu bir mevsimden gelmiştim ve üstüm başım sırılsıklamdı.. Güneşte kuruyana kadar öylece bekledim.. En güzeli de,heryanıma gökyüzü sinmişti..Kendi kokuma bin kez yeğlediğim bir kokuydu..Yeni kokumla sokakların sevimlisiydim.. Hep böyle oluyor işte,ne zaman başım sıkışsa sokaklar imdadıma yetişirdi.. Yolculuk çok kısa olsa da sürüyordu..Fonda eskilerden bir şarkı ’Kar yağsa/çok yağsa/kalakalsak orta yerde’,bilgiler,acemilikler,oyunlar, çantamıza doldurup yola düşüyoruz..Yol bitmeden düş bitiyor..
23 Kasım 14 Aralık.13..
Beni sesimden ya da kokumdan tanımış diyaloğu kırık bir şarkı düşüyor ardıma günlüğüm tehlikeye düşmesin diye bir kenti ellerimde gizliyorum aslında acemi bir figürandım durmadan İçimde ağlayan bir çocuk varmış gib ellerimi vücuduma bastırıyordum duvar yazılarından üstü üşüyen geceden beni sorumlu tutuyor gece devriyeleri kırlangıç sesleri günbatımında çoğalmanın kaçınılmaz biçimiydi yıldızlarını kaybetmiş otel odaları ama çiçeklerden düş kurulan kenti en çok saçlarından saçlarından öpüyordum çoğaltmak için
Beni sesimden ya da kokumdan tanımış bir pankarta yer yer dilim sürçüyor bütün sokaklar görkemli bir kortej gökyüzü yalansız bir devrim gibi bir şiir bir şiirin boynundan öpüyor yazdan kalma yıldızları döküyorum saçlarına avuçiçleri ıslaktır muhtemelen İstanbul’un koparılsak da tomurcuk gül iken kalemsiz kağıtsız bir tek günü yoktur Cumartesinin ısınmak isteyen bir kuş gibi saklı tut kendini bu gece, ki sabah yağmur öpsün yanaklarını
Bize şimdi hangi senfoni gerek bilsem,söylemez miyim çiğ taneleriyle toplayıp saçlarımı su’ya ritmini düşürmez miyim söz ve film arasındadır bekleyişler ama bir gölgeyi izledim geldim birbirimizin içinden geçiyoruz sanki düşün,fesleğen kokularına direnen kentteyim senfoni yoksa terk edilmiş bu durakta durmaz içsesimiz okul defterime çizdiğim güneşler,dokunsam akşamın birçocuğa devrilen yeri hep yol yolcusuna sen yola kıyamazsın da dışarıya sesin karışır bir cumartesi
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Okuduğunuz Kimseye duyurmadan su'yun teninde yüzleşirsin kendinle/bir yerlere dökülür yaprakların/susarsın şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kimseye Duyurmadan Su'yun Teninde Yüzleşirsin Kendinle/Bir Yerlere Dökülür Yaprakların/Susarsın şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Yol bitmeden düş bitiyor..hayallerimiz gitgide tükeniyor,her sayiye,her dakika,her ay,her sene ve gün saya saya,takvimden her gün bir yaprağımız eksiliyor ve biz hem mutlu,hem umutlu derken mutsuzluklarımızı bir sandığın içinde saklıyoruz kendimize.... Yüreğimiz yaralı,sevdamız karalı olsada biz şairlerin dizelerinde yaşıyoruz....
yine muhteşemdiniz şair....muhteşem duygu ve dizelerdi,,,,içtenlikle kutluyorum,,,,sevgiyle hep...
göçkuşları mevsimden mevsime de olsa yolları hep bir yerlerde kesişiyor,tıpkı duygularda olduğu gibi..duygularda,aynı dili konuşuyorsa birgün bir sözdisinde ve ya imgede böyle bir güzel kesişiyor yolları.. gerisi içtenliğin melodisi.. saygı sevgi ve teşekkürlerimle sevgili sevay şair..
teşekkür ederim şair dost,kadim dostunuz olarak onurlandırdınız beni, sizi okumak çok güzel,duygu selinde belkide aynı dili konuşuyoruz,ondandır bu kalemi sevmem....yüreğinize sağlık diyorum,,,,esen ve mutlu kalın...
bazı sözcüklerin kadim dostları olurmuş..harflerin bir eksiği,hatası ya da ferahlamaya ihtiyacı olduğunda o kadim dost hemencecik gelir bir serin rüzgar bırakırmış aradaki boşluklara..sevay şair de diğer dostlar da kadim şairlerim benim..
hani sandık deyince yine gözucuyla arkamdaki sandığı süzüyorum..çokça bahsetmiştim ondan bazı zamanlar..naftalin kokulu ahşap,yeşil sandıktan.. eskiden o sandıktan mektuplar çıkarmak için elimi uzatrıdım,şimdilerde kapağı hafif açıp( posta kutusu misali)mektuplar bırakıyorum..duymak sözcüğü,anlatmak sözcüğü,içtenlik ve zaman zaman gelgitli olan düş sözcüğü sandığın içinde..bunu yalnız ben söylemiyorum,sen de söyledin sandığın içinde kendimizi saklıyoruz diyerek..bir slogan yaraşır sanki şu an.. bütün sandıkyazıları birleşiniz!...sevgilerimle..
göçkuşları mevsimden mevsime de olsa yolları hep bir yerlerde kesişiyor,tıpkı duygularda olduğu gibi..duygularda,aynı dili konuşuyorsa birgün bir sözdisinde ve ya imgede böyle bir güzel kesişiyor yolları.. gerisi içtenliğin melodisi.. saygı sevgi ve teşekkürlerimle sevgili sevay şair..
teşekkür ederim şair dost,kadim dostunuz olarak onurlandırdınız beni, sizi okumak çok güzel,duygu selinde belkide aynı dili konuşuyoruz,ondandır bu kalemi sevmem....yüreğinize sağlık diyorum,,,,esen ve mutlu kalın...
bazı sözcüklerin kadim dostları olurmuş..harflerin bir eksiği,hatası ya da ferahlamaya ihtiyacı olduğunda o kadim dost hemencecik gelir bir serin rüzgar bırakırmış aradaki boşluklara..sevay şair de diğer dostlar da kadim şairlerim benim..
hani sandık deyince yine gözucuyla arkamdaki sandığı süzüyorum..çokça bahsetmiştim ondan bazı zamanlar..naftalin kokulu ahşap,yeşil sandıktan.. eskiden o sandıktan mektuplar çıkarmak için elimi uzatrıdım,şimdilerde kapağı hafif açıp( posta kutusu misali)mektuplar bırakıyorum..duymak sözcüğü,anlatmak sözcüğü,içtenlik ve zaman zaman gelgitli olan düş sözcüğü sandığın içinde..bunu yalnız ben söylemiyorum,sen de söyledin sandığın içinde kendimizi saklıyoruz diyerek..bir slogan yaraşır sanki şu an.. bütün sandıkyazıları birleşiniz!...sevgilerimle..
Bir bakışı, bir anı, bir dokunuşu, bir gülüşü, bir sesi çoğaltmak ister insan. Seslerin uzaklaşmasından, görüntü sislerin ardında kalmasından, tebessümün donup kalmasından, zamanın akıp gitmesinden korkarsın... Ömür denen bu takvimde gündüzünde, gecesinde, düşler çoğaltırsın içinde. Anlar vardır bitmesin dediğin ve keşkeler... Elleri elimde kalsın bir vakit dediğin.
İçten içe sorular, sorgular eşliğinde arşınlıyoruz evreni. Yürüdüğümüz yollarda izimiz kalıyor. Hayat yolunun yokuşunda, düzünde döne döne kendimize varıyoruz, kendimizi buluyoruz, kendimizle yüzleşiyoruz... Kah bir adım önde, kah bir adım geride gölgemiz gelip tutuveriyor elimizden. İçimizdeki çocuk kah büyüyor, kah küsüyor hayata. Ama yinede çocukluk yapmaktan öte durmuyor.
Mevsimin ilk karı da eriyip gitti, terk etti bizi. Oysaki ne kadar güzeldi o büyülü manzara ve yüreğimde kartopu oynamak isteyen o çocuğun coşkusu... Kışın "kara" olduğunu, karın üşüttüğünü, havanın ayaz olduğunu bilmediğimiz, elllerimizin hiç üşümediği o vakitlerin büyüsü sarıyor içimi ne zaman kar yağsa. Her şey eriyip gidiyor zamanın içinde sanki. Kalanlarıyla yetinemiyor insan...
haklısın şairim,her şey eriyip gidiyor..düşlerin eriyerek suya karışan kartopun oluyor..onu kurtarmak bir el atımlık yakınlıktadır ama ellerin çaresizce birbirine kenetlenmiştir..elini atsan dağılacağının farkındasındır.. meşru kuytular biriktirirsin kendine..göze çarpmayan patikalar,yağmurun açtığı derin yarıklar,anlatım olasılığınıa melhem olur.. geride kalan umutların için büyük düşlerin ancak böyle böyle çoğalıyor.. hayır ciddiyim..ne diyor filozof, '...ama önce gözleri dört açıp,çeneyi kapamak ve gözyaşı dökmeyi sürdürmek gerekiyor'..coşku,çıldırasıya bir gülüşle,kahkayayla tek özelliğimiz olamayı sürdürecek böylelikle.. her an her saniye yüzleşmeye apaçık steril bir ortam olasılığı bahar tadında gelir düşer avuçlarına..(umutlar büyük nede olsa)..'yokuşun başı'' kıpır kıpır bir düzlüktür,yeterki yağmurdan önce gökkuşağının altından geçebilelim..sevgilerimle..
haklısın şairim,her şey eriyip gidiyor..düşlerin eriyerek suya karışan kartopun oluyor..onu kurtarmak bir el atımlık yakınlıktadır ama ellerin çaresizce birbirine kenetlenmiştir..elini atsan dağılacağının farkındasındır.. meşru kuytular biriktirirsin kendine..göze çarpmayan patikalar,yağmurun açtığı derin yarıklar,anlatım olasılığınıa melhem olur.. geride kalan umutların için büyük düşlerin ancak böyle böyle çoğalıyor.. hayır ciddiyim..ne diyor filozof, '...ama önce gözleri dört açıp,çeneyi kapamak ve gözyaşı dökmeyi sürdürmek gerekiyor'..coşku,çıldırasıya bir gülüşle,kahkayayla tek özelliğimiz olamayı sürdürecek böylelikle.. her an her saniye yüzleşmeye apaçık steril bir ortam olasılığı bahar tadında gelir düşer avuçlarına..(umutlar büyük nede olsa)..'yokuşun başı'' kıpır kıpır bir düzlüktür,yeterki yağmurdan önce gökkuşağının altından geçebilelim..sevgilerimle..
saatler on altı otuz sekiz'i gösteriyor....perdeyle örtülü camdan gözkyüzüne bakıyorum sekiz metrelik mesafeden...hava tam anlamıyla karanlık olmasa da dolunay çıkmış...o kadar yakın görünüyor ki her an yeryüzüne inebilir...oysa kitaplara göre o kadar uzak ki bana...biz Dünya'lılar ile Ay arasında ortalama merkezden merkeze uzaklık üç yüz seksen dört bin dört yüz üç kilometre, yani Dünya'nın çapının yaklaşık otuz katı kadar...ve dünyanın tek doğal uydusu...düşünüyorum da kaç ömür yeter onun aydınlık yüzünü avuçlamaya...kaç kere ölüp dirilmem lazım acaba...onun da iki yüzü var...bir aydınlık olanı...bir de karanlık tarafı...biz insanlar gibi iki de bir maskesini değiştirmiyor hiç değilse...sadece günlerle alıp veremediği var belli ki...süresi dolunca görünürdeki çapı küçülüyor hemen...anlayacağın o da bu sistemin kurbanı olmuş...ara ara içeri girip çıkıyor...serbest kalınca da kolunu yeryüzüne kaptıracak diye ödü kopuyor...
dünyanın bu sistemli çalışan yörüngelerinin sayesinde keyfine diyecek yoktur bence...evet arada bir ağır badireler atlatıyor...dönem dönem çalkalınıp, tornadolarını gelişi güzel sağa sola fırlatıyor ama herkes emrine amade edilmiş bi şekilde...yıldızlar...aylar...güneş ve diğer gezegenler...adam gibi doğru dürüst aydınlatacak bir uydumuz hiç olmadı bizim mesela...hesapta her şey yerli yerinde durup işlemini tamamlıyordu ama insanlara gelince hep karanlık onları esir almıştı sanki...fazla bişey istememiştim oysa...şu koskoca gezegenden payıma düşecek bir yıldıza bile razıydım...her gün penceremden görünseydi sadece...kucağıma düşecek kadar yakınımda dursaydı azıcık...bir nokta büyüklüğündeki aydınlığın çapını ne yapar eder büyütmesini bilirdim ne de olsa...hatta bu oyuna öyle kaptırsaydım ki kendimi bazen de bir uçağın yanıp sönen ışıklarıyla karıştırıp, gözden kaybolunca da hemen telaşlanıp tekrar nasıl kavuşacağımızın hain planlarını kursaydım kafamda...yani diyorum ki bir yıldız bir dünyam da olabilirdi benim pekâla...ona "iyi geceler, tatlı rüyalar" demeden, yanağına bi öpücük kondurmadan şurdan şuraya bir adım attırmazdım...
mesela seninle takımyıldızlarını oluştursak...seksen sekiz alandan dağılsak dünyanın bir ucundan öbür ucuna...sonra da merkezde bir yerde buluşup durum değerlendirmesini yapsak, oturup dinlensek göğün altında...avcı takımyıldızlarını Orion ve Leo'yu takıma almayalım...oyun bozanlık edip duruyorlar, öteki gök cisimlere pençelerini geçirip huzurunu kaçırıyorlar mavi göğün...onları yurt dışı edip geldiği topraklara geri gönderelim diyorum ne dersin...bu vaziyette hangi tanrı bu iki kaçağı yanına çağırmış hayret ediyorum doğrusu....zaten yeryüzü olağanüstü hal bölgesiyken onları kuyruğundan tutup aşağı çekmek daha doğru olur kanaatindeyim...hiç değilse bir yerde huzur bulsun halk...yıldızları da insan gibi düşünmek gerekir neticede...çatımız güvende olursa bize sığınanlar da korkuyla yaşamak zorunda kalmaz...burda el ele verdikten sonra kerpiçten damlarla kendi evimizi kurarız...kendi dünyamızı...herkes barış ve huzur içinde kendi yağında kavrulur gider... toprağın rızası olmadan da hiçbir yeri parselleyip tapulamayız...hiç düşündün mü biz nerdeyiz gözüm...hangi topraklarda...hangi göğün altında hangi yıldızla el ele tutuşmuşuz...hangi tanrı bizi yanına almış dersin..? yoksa kimimiz kimsemiz yok mu bu gezegende...bo boşlukta ?..( kim bilir sen kaç kere göğe çıkıp gelmişsindir...hatta uzaydan arkadaş falan da edinmişsindir kendine...kızma hemen...bak ciddiyim benim bir sürü arkadaşım var...en basiti yıldızlar ve şu dolunay)...
saat şimdi on sekiz kırk beş'i gösteriyor...( tabi bu arada bağlantılar kesildi...hatlar koptu...sonra çamaşır yıkadım...astım...karnım acıktı...ayak üstü bişeyler atıştırdım aceleyle...sanki bir ordu peşime vermiş beni kovalıyordu...bizim takımı göremedim...gözden kaybolmuşlar savunmasız kaldım...bi çay molası bile veremedim anlıyor musun...senden rahat yok ki...illa konuşturacaksın ya beni:))..sonra bi ara çocukların merdiven boşluklarına yuvarladıkları ses kulağıma çalındı...kalktım gözetleme aynasından sağı solu kolaçan ettim...hayallah kimse yok...hani yatacakken sesler yükselir, kalkıp ne oluyo demeye kalmadan da yine geldiği gibi kaybolur ya o sesler, öyle bişeydi galiba...yanlış alarm!..ne olur ne olmaz her ihtimale karşı onların da sesi yapışmıştır duvarlara, sıvazlamak gerekir arada bir sırtlarını...tozlarını erken erken almak herkesin çıkarına olur düşüncesiyle el yordamıyla onları da düzelttim...ütüleyip tavana astım bi güzel...bir süre orda dursunlar gözümün önünde yoksa bu gidişle kendi sesimi topa tutacağım...camda dolunay'ın ışıltısını göremiyorum...o nereye kayboldu böyle selamsız, sabahsız ?..fena bozuldum şimdi...bizim kitabımızda böyle afralara- tafralara yer yok...geleni 'merhaba' yla kucakladığımız gibi, gidenin de arkasından bir kova su döker, bir hoşçakalla sarılır boynuna öyle uğularız...öyle gördük büyüklerimizden...bak ciddiyim yalanım yok tekrar kalktım cama gittim...off çok halsizim...başım ağrıyor...boğazım ağrıyor ama mübarek çenem düşmüş ne hikmetse; o sapasağlam ona bişey olmuyor..nereye kayboldu bu dolunay derken daha yükseğe çıkıp sağlama almış kendini meğer...bak uyanığa sen!..o da kozlarını benimle paylaşıyor...beni yokluyor aklınca...vay namussuz!..kötü alırım ben bunun hesabını...boş yere beni yordu:)...
nerde kalmıştık...aslında ben başka şeyler yazacaktım sana...konuyu dağıtmayalım lütfen rica ediyorum benim yürekli ses arkadaşlarım!..saat on dokuz yerinden darbe aldı şimdi...on iki tane de kayıp verdi...dolunay'a son kez bakıyorum...büyük ihtimalle yatmadan önce takım arkadaşlarımıza ve ona bi daha bakarım...huyumdur benim...bazı şeyleri birkaç kere kontrol ediyorum...camlar...kapılar...kaloriferlerde de yaptığım gibi...dışarıya bakmak bedava bakarım tabi niye bakmayayım size mi soracağım:)) diye de içerliyorum üstelik...
saat on dokuz otuz dokuz...otuz üç kurşun yemiş gibi saklıyorum tüm yaramı ve öfkeyle bakıyorum yelkovanın akrebe olan zaafına..."hani kurşun sıksan geçmez geceden"...o derece vahim kovalamacası peşi sıra dakikaların...saniyelerin...ama şanslıyız...bugün gökyüzü yıldız kaynıyor...abartmayalım şimdi parmakla sayılacak kadar az!..ama ben dolu tarafından bakıyorum göğün penceresine...işte bak ordayız..yan yana...omuz omuza...dolunay'a mesafemiz gitgide yaklaşmış...bir merdiven dayıyabiliriz ucuna...aydınlık kapısından içeri serbest, kolumuzu sallaya sallaya girebiliriz...
saat on dokuz kırk sekiz...göğe bakma durağındayız...cennetinden kovulan yıldızların saldırısına uğradık...şaşırdık...neyse ki kimseye bi zeval gelmedi...indirimli düşlere trafik yoğunluğu yaşandığı akşam saatleriydi yine saat on dokuz elli üç...seni çok bekledim...gelmedin...bu tanrılar nerde ?..hangi cehennemden toplayıp cebimize dolduracaklar kayan yıldızları....
saat yirmi sıfır sıfır...tıka basa hüzünlerle, limiti azalmış ve sıfırlanmış düşlerle göğe talibiz..ve Munch'un çığlığı şimdi hangi bölgeye düşmüştür diye merak ederken kendi sesime yakalanıyorum...
saat yirmi on...önce yıldızların kucağına düşür, sonra psikolojimi boz...darma duman et böyle... sonra uzaya füze gibi fırlat ve üstelik bu başı boş alemde, bu gazlı atmosferde beni bir başıma bırak...sonra da sana kızmiyim öyle mi...
saat yirmi on sekiz...açın avuçlarınızı bakim...astrolojiden yükselen yıldızlarınızla görüşüp falınıza bizzat bakacağım...
saat yirmi on dokuz...bacım senin işin gücün yok mu...de çık git artık bu şiirden...vallahi yakamı silkeliyorum bak:)))
saat yirmi yirmi bir...uyuma bakar mısınız...beni böyle konuşturduğun için gözüme gözükme can!..kaybol hemen!..çok ciddiyim bak!
bu naif hikayeyi okul yıllarında ne çok dinlerdik oysa)).. fakat burdaki yoldaşlığı İbn Rüşd'ünün Aristotalesçi felsefesi ile islam düşüncesini bütünleştirmek için çabaladığı gibi saf ve temiz algılamak gerek.. bunun birde belediye otobüsünde geçen hikayesi var gülcan.. ama onu bir mektupla yazarım artık)..bugün Cumartesi).. mektubun değmediği bir ömrü sürmek bize göre değil biliyorsun.. imgeler erken büyütüyor sanki bizi.. unutmadan bir müjde vereyim sana gülcan..harfler işlendi işlendi kelime oldu ve o kelimeler yan yana gelip öyküye durdular,sonra belli vücutlarda hayat bulup oyuna durdular..dekorda zarfsız mektuplarımız var birde.. gerisini sonraya bırakalım artık))..sevgilerimle..
"bu gidişle uzaya da sosyalizmi getireceğiz" dedin ya bak aklıma hangi fıkra geldi:
"lenin ölüyor ve tanrı onu cehenneme koyuyor. ama lenin durur mu hiç, başlıyor cehennemde insanları örgütlemeye. "bakın, biz burada yanıyoruz, acı çekiyoruz, öbürleri orada cennette rahatla bollukla yaşıyorlar olmaz böyle" diyor ve cehennemde insanlar ayaklanmaya başlıyor. melekler hemen gidiyorlar tanrıya; "tanrım lenin cehennemi karıştırdı insanlar ayaklandı" diyorlar. tanrı da; "o zaman onu alın cennete koyun" diyor. bu sefer de lenin cennette başlıyor konuşmaya; "bakın, biz burada bolluk içinde yaşarken cehennemde yoldaşlarımız acı çekiyor, yanıyor, buna izin vermeyelim" diyerek orayı da karıştırıyor. melekler hemen gidiyorlar yine tanrının huzuruna; "tanrım" diyorlar, "lenin orayı da karıştırdı insanlar cennette de ayaklandılar ne yapalım?" tanrı; "getirin şu lenin'i karşıma bakayım" diyor. melekler gidip getiriyorlar lenin'i, lenin giriyor tanrı'nın odasına, kapılar kapanıyor.. aradan 1saat geçiyor, 2 saat geçiyor, lenin çıkmıyor odadan... melekler iyice merak etmeye başlıyorlar... saatler sonra kapı açılıyor; lenin çıkıyor içerden. hemen giriyorlar melekler içeri; "tanrım, ne oldu bu kadar ne konuştunuz?" diye soruyorlar. tanrı: "şşşt! tanrı yok, hepimiz kardeşiz!!!"...
'Yaşamak zor iştir' diyordu Pasternek yüz yıl önce ve yüz yıl önce yeryüzünü sarsan bir sözü daha haykırmıştı.. 'Yeryüzünün ilk aşkıyız biz'..Bir çok şeyin iptal edildiği karanlık bir kesitten geçiyoruz Hewlin..Hayat,onu arsızca kullananlara dönük olanca kavgasıyla sürüyor..Bir yanımızda kan gözyaşı,bir yanımızda sevi,içtenlik..Hüzünse hep olduğu yerde,köşebaşlarında.. Ama yaşıyoruz işte..Birilerinin cinnet takviminde..Birilerinin hoyrat ellerinde.. Bu sabah İstanbul her ne kanadar güneşli görünse de içten içe cinnet takvimindeydi yine..Anlatımcı bir şair olabilmiş olsaydım şayet kentlerin cinnet saatlerini bir güzel yazabilirdim sana.. Pasternek,zorla-sevi'yi yan yana getirirken tıpkı senin gibi,bir dünyaya bakmış,bir yıldızlara,bir de kendine..Sonunda bir yıldıza dökmüş içini..Ama nasıl bir içdökme..Hani şu betimsiz halimize bakmadan elimizde,yüreğimizde ne varsa tutup ona sunabiliriz..Öyle bir içsesleniş..
Deniz havası her yanını sarmış senin de,ki böyle beni okurken de kah sarıp sarmalayan kah saçbaş yolduran bir adama çevirdin)).. unutmadan bir not düşeyim,göze görünmez şairler))..Rahatça dolanıyorum sözcüklerin arsında)..Takım yıldızlarım bu yüzden parlak.. Uzaya dair düşüncelerimi söylemeyeyim şimdi burda Hewlin) ama Orion ve Leo'yu çoktan çıkardım oyun dışına)..her zamanki inancımızla mülkiyet hırsımızdan da arındık..(bu gidişle uzaya sosyalizmi getirecekmişiz gibi bir hisse kapıldım,ne mutlu(!),)..Sen ilkin şu yoldaşlarınla tanıştır beni,benim kimim kimsem yok biliyorsun,en basitlerinden başlayalım,bak bu fikirin güzel di.. Senin on sekizdeki kopan bağlantından tam sekiz saat sonra kısa bir kopma da ben yaşadım bu bir tesadüf mü sence?..sende bunu yazmazsın biliyorum..Gidip bir çay alayım dedim,senin kadar şanslı da değildim,çay suyu yalnızlıktan sıkılmış olamalı ki kaynaya kaynaya bitmiş..(işte şimdi ağız dolusu kızabilirsin bana)..
Göğe bakma durağına son otobüs yanaştığında ancak yetişebildim.. Bütün bir hafta otuz üç kurşun delik deşik etmişti benim de bedenimi.. Paneller,söyleşiler derken son olarak belgeselde hep bir birlikte derin hüzün-öfke içinde birbirimize bakakalmıştık.. Bir teyze,daha kalın giyinmem gerektiğini öğütlüyordu.. Doğrusu o an Pasternek'in hislerini iliklerime kadar yaşıyordum.. Tıka basa hüzünler,tıka basa söylenmeyi bekleyen kelimelerin, tıka basa kahkaha..Üstelik Otobüs durağa sıfır yanaşmışken.. Farenin kapana girmeden önceki onurlu tavrı gibi eğilerek geçiyorum kapısından..Uyum mu demiştin,saat 03.33.. Senin kızacağından değil de gecenin yaka silkmesinden korkup kaçıyorum şimdi)..Aslında ben de başka şey yazacaktım,misal son filmden bahsedecektim..Gişesiz berrak filmden.. Eminim şu an bir sürü kurgu yapıyorsundur).. Bir dahakine artık)..Neyse kızma hemen yarın yazarım onuda.. Çokça sevgilerimle..
bu naif hikayeyi okul yıllarında ne çok dinlerdik oysa)).. fakat burdaki yoldaşlığı İbn Rüşd'ünün Aristotalesçi felsefesi ile islam düşüncesini bütünleştirmek için çabaladığı gibi saf ve temiz algılamak gerek.. bunun birde belediye otobüsünde geçen hikayesi var gülcan.. ama onu bir mektupla yazarım artık)..bugün Cumartesi).. mektubun değmediği bir ömrü sürmek bize göre değil biliyorsun.. imgeler erken büyütüyor sanki bizi.. unutmadan bir müjde vereyim sana gülcan..harfler işlendi işlendi kelime oldu ve o kelimeler yan yana gelip öyküye durdular,sonra belli vücutlarda hayat bulup oyuna durdular..dekorda zarfsız mektuplarımız var birde.. gerisini sonraya bırakalım artık))..sevgilerimle..
"bu gidişle uzaya da sosyalizmi getireceğiz" dedin ya bak aklıma hangi fıkra geldi:
"lenin ölüyor ve tanrı onu cehenneme koyuyor. ama lenin durur mu hiç, başlıyor cehennemde insanları örgütlemeye. "bakın, biz burada yanıyoruz, acı çekiyoruz, öbürleri orada cennette rahatla bollukla yaşıyorlar olmaz böyle" diyor ve cehennemde insanlar ayaklanmaya başlıyor. melekler hemen gidiyorlar tanrıya; "tanrım lenin cehennemi karıştırdı insanlar ayaklandı" diyorlar. tanrı da; "o zaman onu alın cennete koyun" diyor. bu sefer de lenin cennette başlıyor konuşmaya; "bakın, biz burada bolluk içinde yaşarken cehennemde yoldaşlarımız acı çekiyor, yanıyor, buna izin vermeyelim" diyerek orayı da karıştırıyor. melekler hemen gidiyorlar yine tanrının huzuruna; "tanrım" diyorlar, "lenin orayı da karıştırdı insanlar cennette de ayaklandılar ne yapalım?" tanrı; "getirin şu lenin'i karşıma bakayım" diyor. melekler gidip getiriyorlar lenin'i, lenin giriyor tanrı'nın odasına, kapılar kapanıyor.. aradan 1saat geçiyor, 2 saat geçiyor, lenin çıkmıyor odadan... melekler iyice merak etmeye başlıyorlar... saatler sonra kapı açılıyor; lenin çıkıyor içerden. hemen giriyorlar melekler içeri; "tanrım, ne oldu bu kadar ne konuştunuz?" diye soruyorlar. tanrı: "şşşt! tanrı yok, hepimiz kardeşiz!!!"...
'Yaşamak zor iştir' diyordu Pasternek yüz yıl önce ve yüz yıl önce yeryüzünü sarsan bir sözü daha haykırmıştı.. 'Yeryüzünün ilk aşkıyız biz'..Bir çok şeyin iptal edildiği karanlık bir kesitten geçiyoruz Hewlin..Hayat,onu arsızca kullananlara dönük olanca kavgasıyla sürüyor..Bir yanımızda kan gözyaşı,bir yanımızda sevi,içtenlik..Hüzünse hep olduğu yerde,köşebaşlarında.. Ama yaşıyoruz işte..Birilerinin cinnet takviminde..Birilerinin hoyrat ellerinde.. Bu sabah İstanbul her ne kanadar güneşli görünse de içten içe cinnet takvimindeydi yine..Anlatımcı bir şair olabilmiş olsaydım şayet kentlerin cinnet saatlerini bir güzel yazabilirdim sana.. Pasternek,zorla-sevi'yi yan yana getirirken tıpkı senin gibi,bir dünyaya bakmış,bir yıldızlara,bir de kendine..Sonunda bir yıldıza dökmüş içini..Ama nasıl bir içdökme..Hani şu betimsiz halimize bakmadan elimizde,yüreğimizde ne varsa tutup ona sunabiliriz..Öyle bir içsesleniş..
Deniz havası her yanını sarmış senin de,ki böyle beni okurken de kah sarıp sarmalayan kah saçbaş yolduran bir adama çevirdin)).. unutmadan bir not düşeyim,göze görünmez şairler))..Rahatça dolanıyorum sözcüklerin arsında)..Takım yıldızlarım bu yüzden parlak.. Uzaya dair düşüncelerimi söylemeyeyim şimdi burda Hewlin) ama Orion ve Leo'yu çoktan çıkardım oyun dışına)..her zamanki inancımızla mülkiyet hırsımızdan da arındık..(bu gidişle uzaya sosyalizmi getirecekmişiz gibi bir hisse kapıldım,ne mutlu(!),)..Sen ilkin şu yoldaşlarınla tanıştır beni,benim kimim kimsem yok biliyorsun,en basitlerinden başlayalım,bak bu fikirin güzel di.. Senin on sekizdeki kopan bağlantından tam sekiz saat sonra kısa bir kopma da ben yaşadım bu bir tesadüf mü sence?..sende bunu yazmazsın biliyorum..Gidip bir çay alayım dedim,senin kadar şanslı da değildim,çay suyu yalnızlıktan sıkılmış olamalı ki kaynaya kaynaya bitmiş..(işte şimdi ağız dolusu kızabilirsin bana)..
Göğe bakma durağına son otobüs yanaştığında ancak yetişebildim.. Bütün bir hafta otuz üç kurşun delik deşik etmişti benim de bedenimi.. Paneller,söyleşiler derken son olarak belgeselde hep bir birlikte derin hüzün-öfke içinde birbirimize bakakalmıştık.. Bir teyze,daha kalın giyinmem gerektiğini öğütlüyordu.. Doğrusu o an Pasternek'in hislerini iliklerime kadar yaşıyordum.. Tıka basa hüzünler,tıka basa söylenmeyi bekleyen kelimelerin, tıka basa kahkaha..Üstelik Otobüs durağa sıfır yanaşmışken.. Farenin kapana girmeden önceki onurlu tavrı gibi eğilerek geçiyorum kapısından..Uyum mu demiştin,saat 03.33.. Senin kızacağından değil de gecenin yaka silkmesinden korkup kaçıyorum şimdi)..Aslında ben de başka şey yazacaktım,misal son filmden bahsedecektim..Gişesiz berrak filmden.. Eminim şu an bir sürü kurgu yapıyorsundur).. Bir dahakine artık)..Neyse kızma hemen yarın yazarım onuda.. Çokça sevgilerimle..
repliklerini billdiğin bir filmi defalarca ayrı sahnelerde izlemek gibi olur bazen kendinle konuşmak.. ayrı nakaratları olan aynı şarkıda buluşmak gibi..
şarkıda nakaratı durdurmak elindedir bazen oysa filmde yapacakların öyle sınırlı ki hele repliği kendi literatüründense öylece kalakalırsın.. bazı filmilerin şeritlerini sürekli sürekli açıp dağıtmamın bir sebebi vardı ve kimse repliğinden ötürü olduğu bilmiyordu..sanıyordum ki şeritleri bozarsam oyuncuların replikleri de değişirdi..nevrotik bir düşünce olabilir,evet bunun farkındayım..insanın kendisiyle konuşması bazen nasıl can sıkıcıdır.. sahneye sürülecek başka repliğim kalmamışsa elimde,durup dururken kendime özlemle doluyor için..sonra soruyorum hangi özlem daha gerçek,hangi özlem daha yakıcı?..sahne benim oyun benim;çık çıkabilirsen içinden..sonrası mı? muhtemelen içindeki kuyuya bir taş bırakırsın,sessziliği bozmak adına..ses,özlem yeni repliğindir gelecek filminin...sevgiler..
şarkıda nakaratı durdurmak elindedir bazen oysa filmde yapacakların öyle sınırlı ki hele repliği kendi literatüründense öylece kalakalırsın.. bazı filmilerin şeritlerini sürekli sürekli açıp dağıtmamın bir sebebi vardı ve kimse repliğinden ötürü olduğu bilmiyordu..sanıyordum ki şeritleri bozarsam oyuncuların replikleri de değişirdi..nevrotik bir düşünce olabilir,evet bunun farkındayım..insanın kendisiyle konuşması bazen nasıl can sıkıcıdır.. sahneye sürülecek başka repliğim kalmamışsa elimde,durup dururken kendime özlemle doluyor için..sonra soruyorum hangi özlem daha gerçek,hangi özlem daha yakıcı?..sahne benim oyun benim;çık çıkabilirsen içinden..sonrası mı? muhtemelen içindeki kuyuya bir taş bırakırsın,sessziliği bozmak adına..ses,özlem yeni repliğindir gelecek filminin...sevgiler..
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.