10
Yorum
22
Beğeni
5,0
Puan
4456
Okunma

’’başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler." T Uyar..
Bir sürü çocuğu öldürdüler Güldüşlüm..
Bir sürü..Konuşmayı henüz çözmemiş,yumuk yumuk,al al yanaklı çocuklar..
Söylesene,çocuklar en güzel neyi hakeder..
Ya biz,biz şimdi nasıl biz oluruz bunca çocuk kahkahası eksiltilmişken..
Zaman,tarihin akış yönüne aykırı düşen olaylara yenik
düşüyor sanki..Mevsimlerden beklediğini günlere,
sabah düşünü akşama yormaktan soluk soluğa bir tuhaf
beklentiler silsilesine dönüşüyor hayat..
Yağmurdan buluta,yere düşen bir yaprağın hüznünden
çocukların şen kahkahalarına kadar
İler tutar yanı kalmamış bir çağda nedenli nedensiz umutlar büyütüyoruz..
Kadavraya dönüştüren bir sistemde ilk hücre gibi
insanileşme arayışındaki evrimsel anı zorluyoruz sanki..
İnsanın insana zulmünü hangi umuda sığdırırsan sığdır
umudun şizofreniyle bir akraba oluşu,nispeten dik durmamıza salık veriyor..
Zaman,tarihin akış yönüne aykırı mı ilerliyor,yoksa
kendi gerçek renklerimize dönüşümüzün bir devinimsel
süreci mi bütün olan biten?..
Kolektif Özgürlük,insanın kendinden vazgeçmesi değil midir biraz da..
Odanın içinde saksıda menekşeler,ıhlamur kokan bir evde uzun
uzun düşündük..Ne sessçiler,ışıkçılar,yönetmen yardımcıları,
yapımcılar,oyuncular vardı ne de şarkı sözleriyle ellerinde
enstrümanlarıyla bekleyen müzisyenler..
Yakıcı bir coğrafyada;
Mülkiyeti kutsal yasalarla perçilemiş bir çağda,ruhunu tümden teslim etmiş
insancıklar kocaman ve ışıldayan bir düşü tehdit etmeye yeltenmiş,
kocaman bir coğrafyada ölümler kusuyordu..
Şehir,köylerden,sokaklarından yükselen dumanlar,Hitler’in senetoryumlarından
yükselen dumanla aynı tondaydı..
Çığlıklarda birbirine benzermiş meğer Ho amca..
Şiir insan ruhundaki çatlağın yansıması diyor C Oğuz,film ise
o çatlağa akan gürül gürül bir nehir ise hangi filmin karelerine
bölebilirsin ki Özgürlüğe tutkulu insan çığlıklarını..
Sencede özgürlük,en uzun repliğimidir insanın?..
Söylenmiş olan her söz erkendir biraz..Susmaksa işlenen
ihanettir zamana karşı.
Ihlamur kokan evden barut ve yanmış köy kokusuna
sıcak bir Ağustos sabahı yatay geçiyoruz..O,kozasını ören
bir ipek böceği gibi sabırlı,içinde lavlar taşıyan yanardağlar
gibi gerilimli kentler yaşamın en onurlu,en erdemli,
en sahici yanından tutkuyla ve büyük bir aşkla bağlılığını savunaların
doğaya,oradan yer yüzünün sokaklarına ulaştırıyorlar..
Birden içimdeki film kopuyor.
Nermin Elif’in elini tutuyor..Gözlerinı kadim bir
dağın yamacına öylece sabitliyor..Sesinde hafif bir utanç duygusu..
’Neden geç kalır insan bilir misin,
hareketi,zamana yetişmez de ondan’ diyor..
Biz günlük yaşamın akıp gittiği o bencil yaşamlarda hareketi
zamana dönüştürmekten çok uzağız belki fakat bizden hiçte
uzak olmayan bu yerlerde,yanıbaşımızda,hareketin zamanla
kopmaz bir insan zincirine dönüşmüş olması umudu büyütüyor
diyorum aynı utanç ses tonunyla..
Ne yaşarsan yaşa,neyi düşlersen düşle ruhtaki çatlağı
fark etmek bir duyarlılıktan çok bir parça insan kalabilmenin
yürekteki o en derinde yatan duygunun,kendini bir şekilde
açığa çıkarmasında yatıyor..Acının ve direncin aynı rüzgarlarla
esmesini çeperlerine kadar hissettiğin anda..
’’Ne de olsa hayat ister zalim olsun ister mazlum,ister korkak olsun
ister kahraman, ister varsıl olsun ister yoksul, ister okumuş olsun
ister cahil kalsın herkese varoluşunu gerçekleştirme
fırsatını veriyor.’’Günay Aslan
’Yeterki kararmasın sol memenin altındaki cevahir’..N.RAN..
Korkularını gece süpürmüş kırmızı yanaklı çocuklar..
Bisiklet pedalına yetişemeyen ayakları panzer paletlerinde sürülmüş,
kaşı gözü düşleri küçük kara balıktı her biri
küçük karabalıkların peşi sıra başka küçük kara balıklar çoğaldı
çoğaldı çoğaldı..
Her birinin gözlerinde sulusepken bir hayat..
Nasıl biçildiyse gövdeleri,nasıl kirletildiyse çocuklukları,
öyle sarılyorlar şimdi sulusepken bir düşe..
Ah çocuklar;şundan eminim ki,
Gücün ve iktidarın iflah olmaz tutkusunda olanların,korkunç zalimlikleri
ve yıkıcı yalanlarına rağmen hayatın renkliliğİne inananlar,sonsuz bir
selin duygusuyla derelerden ırmaklara denizlerden okyanuslara dökülecek gün gelecek..
Saçlarında yaşamın yedi rengini taşıyanlar özgürlüğü armağan edecek insanlığa..
Ah çocuklar,Akşam güneşinde,kızarık bulutların altında uçsuz bucaksız
bir kucaklaşmayla yıkılmaz denilen sınırlar parçalanır..
Umut,bir Annenin dilindeki ’’Dünya bir güldür, kokla ve arkadaşına ver’ deyişi kadar sahici..
Suçlu ölüler dünyasında kuşkusuz bir tomurcuğun sıcaklığınca dolacağız..
Ve o gün,karanlığa dövüşenlerde kırmızı yanaklı çocukların parlayan yüzü,
bir sevincin yürekten yükselişi,çiçek oluşu,su oluşu,renk renk halay oluşu..
Yazgısına başkaldıran bir mevsimdi..
’Göz görmezse gönül katlanır’ derler,nice zulmü
olanı yanlış gören gözler nasıl katlanıyor,yoksa bir perde mi var ki
bunca olanı gözler görmüyor..
Bana öyle geliyorki göz gönül bağlantısının koptuğu bir çağın
yetimleriyiz biz..Göz görecek ki gönül kah koşaçak kah kan ağlayacak,
ve böyle böyle dokunacak birbirlerinin yarasına..
Ama görmek istediğimiz değil,gösterilmek isteneni görür olduk..
Oysa çoğunluğun kaderi öylesine iç içe geçmiş bir gerçek ki,
ve o çoğunluğun gözyaşlarının birbirlerinin yanaklarına değdiğine tanık
olduğumuzda,toplumsal olarak bizlere görmemiz gerekenin aksine
gösterilmek istenen zulmün ayırdına varscsğımız gibi..
En katmerli zulüm,en katmerli körlüğe dönüşüyor..
Görmek,öyle doğuştan bir yetenek değil,görmek için emek sarf etmek gerek..
Çocukluktan itibaren bizlere neye bakmamız,neyi görmemiz gerektiği ve
gördüklerimizden hangilerini dikkate alacağımız öğretilir..
Eğer ufkumuz genişlemez,yalnızca bir iki kaynaktan ilk neleri görmemiz
gerektiğini öğrenir ve yalnızca o ilk verilerle şekillenen gönlümüzün dar
seçiciliği ve beğenisi ile görmeye devam edersek bir süre sonra en basit
anlamıyla gören aslında görmeyen bireyler olur çıkarız..
Çevremizde tüm dünyaya yalnızca bir inanç ya da bir dünya görüşü
ile bakan ve burnunun dibinde olup bitenleri görmeyen yığınlarla dolu değil mi?..
Canları değil camları görenler,yananları değil,yalanları görenler gibi..
Kendi gördüğüne tüm görenleri yargılayan,başkalarınında görebileceğini
yadsıyan,anlamaya çalışmayan yalnızca yargılayan kendisinin
nasıl göründüğünü göremeyen insanlar..
B Güneş’in dediği gibi ’Bir buzlu camdan yapılmış küre içinden
bakarız dünyaya’..
Sözcükler hissedilenin ve yaşanılanın karşısında o kadar zavallı
duruyorlar ki..
İç sesimiz öylesine bir çığlıkta yükseliyor ki göğe,
göğün yeryüzüne utancını bulutların bu mevsimde güneşin ardına
saklanmasında görebiliyorum..
Bu yılışık korku zamanlarında,ceplerinden göğe cesaret serpiştirenler
olmasa,deniz nasıl böyle mavi,toprak nasıl böyle yağmur kokulu kalabilrdi ki..
Hepimizin dünümüzden etkilenerek,yarınımızı etkileyerek yaşayıp giderken
günümüze nasıl bir gelecekten bakacağımızı tahmin edebiliyor muyuz..
Jules Verne bu yüzden mi çocukluğundan kalma metaforların yarattığı
heyecanı yaşıyordu düşgücünde..
Hepimizin yazgısında gölgelerle yaşayıp sonunda bir gölge olmak var..
’Umudun bir adı olmalı’ diyor ya şair,işte yazgıyı bir anlamda
değiştirecek,ona bir nebze olsa biçim verecek şey..
Niye mi? Çünkü içimizdeki fırtınalar,yağmurlar,güneşli anlar kadar
etkilidir de ondan..
Düşleri kısa olanın elinde şarkılar söyleyecek,dans edecek
göğün resmini çizecek yaşam öyküsü kalır mı hiç..
Karanlığın dehşetini kuşanmış her ruh,
şimşeklerin gürültüsüyle konuşur,ama sadece karanlığa boyun eğmiş
olarak kendi yırtıcı doğasının uyanışını izlemek için nefes alıp verir..
Vicdandan söz eden ahlaksız bir barbar,yalnızca barbarlığının gereğini yapar..
Belleğini,vicdanını,onurunu koruyabilmiş,dahası salt inandığı değerlerine yüz süren
insan,tek başına kalmış bile olsa bu barbarlığı yok edecek önlemez bir güçtür..
O,bütün o ihtişamını,hakikatın ve insan kalabilmiş yönüyle yapar.
Bunca çocuk öldürülüyorken susuyorsan,bir damarı eksik kalmaz mı sanatın
yitip gitmez mi o en erdemli,en sahici insancıl düşlar
dahası,insan kalabalir miyiz?..
10.10..2015..Cumartesi..
Sobelenmiş cesettir bedenimiz/ay bile tedirgin-
Bunca çocuğu hangi lodos getirdi diye soruyorum kuşlara
bakışıyoruz
uzun,uzun
deniz içini çekiyor
’kuşlar dalgın havalanıyor’
ay bile tedirgin
o kadar çocuk öldürüldü ki
içimde
sahipsiz parkların çığlığı
Kuşlar yalan söylemez çocuklar
deyinki onlara
kelebek kanadına serpiştirilmiş bir düşteydik
memleket havasında
düşürdüler dünyadan
öylece uzandık soğuk taşlara
mevsimler tanıktır
mavisi eskiyen gökyüzü
pamuk tarlaları
tanıktır
Sımsıkı sarılsak kırkı çıkmamış düşlerinize
sarılsak
çiçekteki koku gibi baştan aşağı içimize çeksek
utanır mı dünya kendinden
diner mi utancın sancısı
Ah! çiçeği bozguna uğratan
her biri narçiçeği tebessüm
size nasıl kıyıyorlar böyle
-Erguvan zamanı insanlığımızın/çocuklar
Öyle bir salıncak kuracağız ki göğe
Bir buluta değecek ayaklarınız
Saçlarınız kavaklara sarmaşık
Ardımızda kuşların şarkısı
Kahkahalarınız
Hürriyet tadında
Hınzırca saracak yeryüzünü-
5.0
100% (19)