11
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
2333
Okunma

bir göz odamız
bir de ahşap sofamız
kıl çuldan perdeyle ayrılmış
arpa ambarımız,
acısını dışına sızdıran
tulukta asılı yağımız
karanlık odamızı aydınlatan
kulpu kırık kandilimiz
birde isli çaydanlığımız vardı bizim.
isli çaydanlık!
her sabah günün ilk ışıklarında
alın yazısına yakılan ateşe
sürerdi gözlerini
içindeki gizemiyle kaynardı yüreği
çocuk nefesimle karıştırdığım külleri
kaynar/ kaynar…
kimi zaman,
soğuk odamızı ısıtır
kimi zaman tarhana çorbasını ıslatır
kimi zaman da;
katık olurdu yoksul aşımıza
sabah akşam yediğimiz
kahvaltı sofrasına…
koyun- koyuna yatardık
ana- baba kardeşler…
(babamın munzur düşleri depreşirdi arada)
-dur bey çocuklar uyumadı sesleri gelirdi sessizce
içimizde derin sızı depreşirken yoksulluğa
geçerdi rüyaların tatlı meltemi çocuk bedenlere
ayaklarımız buz kesmiş gibi soğuk
ocakta yanan meşeden kütük
ısıtırdı ancak kendini
ve
üstünde
çilesine kavrulan isli çaydanlık
öyle ya!
jakuzi, saunamız yoktu o zamanlar
toplanırdı mahalleden kadınlar
yükler kirlilerini katır yüklüne
sırtına sardığı yine isli bir kazan
dere kenarına “yunmaya” giderlerdi
tokaçları ellerinde
azıkları bellerinde
yırtık çarıklarından sızan hayat
kil torbalarından süzülürdü
ak kirliğe mekân tutmuş alın teri
gök sabunla yıkanırdı mis gibi narin teni
dökülen
belki yoksulluk
belki de emeğin
ödenmeyen diyeti
gün boyu çekilen acı dramın
başrolünde oynardı hep
bizim isli çaydanlık
yüzüne sürülen karaya inat
hiç bitmez çilesi
kaynar da kaynar…
akşam kurulan dost sohbetlerinin
yüzünü güldüren
kestane/ mısır eşliğinde
dostluğa
kardeşliğe
sevgiye
içilen
sıcacık bir demli çay olur
yoksulluğa inat
dışında ki kirine aldırmadan
tertemiz yüreğini ikram eder
her gün- her gece
kaynar….
kaynar!
5.0
100% (12)