0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1143
Okunma
Sen bugün de devam et masum hırslarını törpülemeye
ellerini satışa çıkar ve bekle köşe başında
oynaşan çocukların anadan üryan hayallerini
baltalamayı düşleyen bir cadı alabilir ancak öğren
kapabildiği parmak izlerindeki gezintiyi...
ah! ellerinin sorgusunu bitiremedim, suç benim...
bu bambaşka bir gece çünkü
kıyamamak dedikleri şey ile nefret etmenin arasındaki
asil boşluğun çetrefilli sükûtu bu
ve bir ben suçluyum
ellerini bir yara gibi gözlerimin kırık aynasında
büyüttüğüm doğru
çıkardığım balina seslerini koyacak bir sandık bulamadığım da...
herkesin anne dizini bir seyir alanı gibi gördüğü bir an
da bile kıyısız seslerimi demirleyecek
bir liman bulamadığım da doğru lâkin...
sen bugün araklanmış şiirlerin göğsüne
imza atabilmeyi bile ilham sayan gösterişinle dokunuyorsun kalemime
ellerin tecavüz kokuyor ve ben
sevmiyorum böyle alınan kokuları; böyle izlerle
örtülmüş korkuların anksiyetik travmasını sindiremiyorum
içimdeki pörsümüş Cinderella’ya...
sırf ferdanın olası tutanaklarında geçmesin diye adın
kalemini batırıyorsun şiirlerimdeki acıya ve dudaklarımdaki
ruj lekeleri bile dağılmadan geliyorsun yine
yeni bir ruj, koyu bir sürme, şehvetli bir fondoten ve yüksek sivri topuklar... penceredeki karanfil ,duvarda asılı duran tuvaldeki krizantem
bile şahlanıyor! Hadi gel fotosentez yapalım dudak dudağa...
sabah oluyor ya da olacak sabah...
üç beş kağnı arabasıdır göğe söylenen kişnemeleriyle
arnavut kaldırımını tırtıklayan atlar tarafından çekiliyor
kasketi yamulmuş fakir arabacının çıkardığı yırtık ses
ve sırtıma yerleşen kırbacın sıcak mührü dokunuyor acıma
yoksun! yatakta, beyaz nevresimlerin bitkin yüzünden ve birkaç
damla yalnızlıktan başka hiçbir şey yok.
penceredeyim, kırıklarımı öpüyorum açık panjurlardan
yavru karanfilin dallarına dokunarak...
dışarıya, bir vatozun mevsimine bakar gibi bakıyorum
kanatlarını açıp, ağır denizlere uzanmaya niyetlenen baharın
ilk nefeslerine kulak veriyorum.
’Boşver be, boşver...’ diyorum
’Hayat, bir kadın adıdır bazen’
Ağlıyorum!
...
tenimde sıkılmayı bekleyen onlarca cıvata ve sürekli
kısa devre yapıp da bozulan bir onurun
ucu açık kabloları mevcut kalbimde...
meğerse, tamirci çıraklığına belge verilmiyormuş aşkta
sonraları öğrendim bunu, çok sonraları!
hep tamirsiz ve garanti belgesiz serüvenlerin spot görselliğine kapılarak
harcadım yaradılışıma ışık tutan dehayı...
yanılgı sözcüğünün öyle saf duran yapısına inanışım bile yanılgıydı
bu yüzden yanıldım, yine ve yeniden...
yanılmak en ciddi alışkanlığı olur bazen insanın...
akıl tutulması yılın kaç günü yaşanır bilmiyorsun bende
boş-verdim sana tüm verdiklerimi, ’hadi gel doldur...’demeyeceğim.
hep bir gölgeyle takılıyordum ardına
sen kuşandığın lalezarlardan usta işi ışık kırılmaları dikiniyordun üzerine
öyle sevdanın ilgili saatinde ve üstelik
karnı ağrıyorken arzulanmaların...gitmek yok...
ben gitmekten değil, sanırım sensizlikten korktum hep...
kaçış, budalaların açık zannettiği kasvetli bir kapı...
farelerin kendilerine seçtikleri en derli toplu tavan arasında bile
sevebilirim seni...senin hangi delikte olduğunun ne önemi var
seni aramıyorum sevmek için, gölgen bile yeter
ben zaten seni, ’Sevecek bir gölge bile yeter bana Tanrım’ diyerek...
kaçmak ya da gitmek arasına gizlensen ne değişir?
öyle de olmayacaksın yanımda böyle de...
ve ben öyle de seveceğim seni, böyle de...
sen yine de devam et masum hıslarını törpülemeye
aşk, kirli bir denize temiz bakmak gibi masum hep...
Nevzat KONŞER
5.0
100% (3)