0
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
1742
Okunma

Ali ve Azad`ıma...
ihanetin kırmızı rengini giyinirken gece
yıldızları uzatmalı sevgilisi yapacak kendine ay
haspa bir yalnızlık senfonisi üryan haliyle göz kırparken camda
mistik ve nevrotik bakışlarıyla imitasyon gülüşleri
devşirtecek gamzesinden yoksun avurtlarına
gurbet bağrına taş misâli gelip oturacak
ve kalkmak bilmeyecek dört duvar arasındaki misafirlikten
karanlık ağırbaşlı görünmek isteyince konuk severlik gösterip
omuzlarına dağ gibi düşmesine izin vereceksin
tutsaklığında esir tutulduğunu dahi anlamadan
sessizliği kucaklayacaksın gelişinden habersiz kapında
işte o zaman benim minik kuşum!
yüzüne bakmaya korkacaksın maskesini düşürmeyen aynalarda
...
...
her gün başka bir tuzağı ayaklarına dolayan bu yollar
intikam alırcasına senden uzadıkça uzayacak, bitmek bilmeyecek
düşman kesileceksin her ertelenen güne
ve pencerende hiç doğmayan güneşe
sancılı gözlerini akrebin kuyruğunda can çekişen yelkovanı
kadimli günlere terfi ederken soluk soluğa bulacaksın
üzerine çığ gibi yığılan hasret esareti giydirecek kör bağcıklı ayaklarına
ve sen, sana hep dar gelen
içine bir türlü sığmayan göçük bedeninden nefret edip
izdivaç teklifi alacaksın gözü seğiren dul harflerden
işte o zaman benim kınalı kuzum!
s/özümü bile hatırlamadan raksına çağıran kelimelerin
dansına kalkacaksın yerine hiç oturmadan
...
...
ama unutma ki ceylan gözlüm!
bir çoğumuz yolunu kaybeden ve doğru yere postalanmayı bekleyen
birer yolcu paketi gibi dururuz özleme kalkış yapmayan duraklarda
ya da adresini şaşıran bir mektup gibi
dolaşırız elden ele yabancı sokaklarda
umutlarımıza parmak izini sürmeye yanaşmayan maviye içerlenip
her gün kılıf değiştirircesine
başka bir göçebe rengin damgasını vururuz alnımıza
...
...
sen yine de benim canımın içi!
yorgun düşlerini bir güvercinin beyaz kanadında uçur
solgun gülüşlerini bir uçurtmanın rüzgâra olan tutkusuyla koştur
bırak asılsın mavi kirpiklerinden haylaz oyunlarıyla dizlerine kapanıp
bırak siyahın yerine aydınlığın perdesini çeksin gözlerin yarınlara aldanıp
...
...
giderken sana bırakabileceğim tek mirasım küçüğüm!
bu şiiri okuduğunda düşerse masum yanaklarına
yaprak misâli sar kendine ve sakın üşüme!
öp ve okşa sen de saçlarını satırların
tel tel koparıp sakla göğsünün kafesinde hepsini çocuğun gibi
her yeni günde birini çıkartıp yırtılan gömleğinden
aç düğmesini sonuna kadar çığlığında boğulan yüreğimin
kimsesiz hıçkırıklarımın sahipsiz duvarlardaki yanık sesini
kucakla ve çıkar açık havaya teri silinmemiş sözcüklerimi
savur sonra nasır tutmuş avuçlarının arasından
gökyüzüne sevdalı olan yaralı güvercinlerimi
bırak mavinin yüzüme değen ılık d/okunuşlarıyla
derman bulsun özgürlüğe çırpınan kırık kanatlarım
...
...
içimi acıtan bir başka ağrılı sözüm sana yavrum
ardımdan kalacak bu beş para etmez vasiyetimdir
kulağına küpe olsun yazdıklarım çocuğum
uykusuz geçireceğin sabahlarda gelirsen yanıma
gözyaşlarını kucağıma sere serpe değil
gülüşlerini yağdır ürkek bakışlarından bana
sevgiden yoksun çatlayan şu toprağıma
sevabına ah canım oğlum!
...
...
ama gitmeden önce
son bir isteğim var nazlı çiçeğim senden!
telli duvaklı bir dilek tut içinden gizlice
güler yüzlü fısılda kulağıma öyle sessizce
sonra da deki şöyle
"Merhaba yeni gelen gün
ve hoşça kal ömrümden k/ayıp giden hüzün"
...
...
Meral Gül...