0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
36
Okunma
Rüzgâr yine geçti içimden,
saçlarını savuran o eski sır gibi,
kalbimin karanlık köşelerine değip
bir şeyleri uyandırdı sanki, Nihal.
Bir dal titredi uzakta,
benimle aynı kader çizgisinde…
Kökü toprağa bağlı,
ruhu göğe meyilli.
Tıpkı senin gibi:
Bir yanın dünyaya ağır,
bir yanın görünmeyen âleme hafif.
Rüzgâr eserken anladım
her değişimin aslında bir dua olduğunu.
Bir yaprak düşerken bile
gizli bir teslimiyet saklıydı.
Ben de düştüm belki,
ama düşüşüm bile sana yakındı.
Nihal…
Adın bir esinti gibi karşıma her çıktığında
içimde hem huzursuzluk hem özgürlük
aynı anda kanat çırpıyor.
Sen, kalbimin çözemediği metafizik denklem;
ben, cevabı buldukça yeniden başlayan
o eski bilge soruyum.
Rüzgâr, omzumdan tutup fısıldadı:
“Her iç sarsıntı bir dönüşüm,
her sızı bir hakikat kapısıdır.”
Ben, o kapının eşiğinde
senin gölgene doğru eğildim.
Belki bu yüzden
seninle konuşurken susuyorum çoğu zaman;
çünkü bazı kelimeler
ancak kalbin içinden geçerek dile gelir.
Ve her susuşumda
seninle biraz daha birleşiyor
benliğimin kayıp tarafı.
Ey Nihal,
rüzgârın omzuma bıraktığı bu serinlik
bir işarettir belki:
Seni düşünürken
dünya biraz daha derinleşiyor,
ben biraz daha hafifliyorum.
Ve anlıyorum ki:
Aşk, bazen bir dokunuş değil,
ruhun ebedi bir yer arayışıdır—
o yeri senin adında bulan
bir yolcuyum ben.