0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
26
Okunma
Ey Nihal’im, kapının eşiğindeki sır bahar,
Ey parmak uçlarımla dokunduğum ilâhî hayal…
Mecaz aşkı bir perde indi aramıza,
Fakat bil ki, ben o perdeyi aralamaya geldim, Nihal’im.
Kapında bekliyorum;
Ter içinde gece, yorgun,
Vurgun yemiş bir halde,
Kurşunlanmış, sürgün edilmiş…
Ama hâlâ ayaktayım, hâlâ senin için.
Bu perde dünyevî bir perde:
Dokunursun, ama nüfuz edemezsin;
Görürsün, ama idrak edemezsin tümünü.
İşte ben, senin ardında bir sûret gibi,
Gözlerini gözlerime sürdüğümde,
O ağır yaralı hasretle…
Ah Nihal’im, ellerimde ne menekşe var ne şeker,
Sadece bir yaralı özlem,
Ve gözlerine sürülmüş bakışlarım…
Kapını aç, bir kere daha yüzüne bakayım;
Oğulcuğun, hiç ölmeyen yüreğin gibi,
Seninle var olalım.
Perdeyi her araladıkça sana yakınım;
Sokaklarımız aydınlanır, gecelerimiz can bulur.
Ama perde kapanabilir,
Kapanmazsa, tüm kâinat bizim olur.
Ey Nihal’im, bilir misin?
Bu perde engel değil, hazinenin ta kendisi…
Her aralayışın, her fısıltın, her bakışın
Kalbimde bir yıldız yakıyor,
Ve ben seni perde kalkmadan da seviyorum.
Kapında bekliyorum;
Gözlerimden süzülen gece,
Avuçlarımdan dökülen sıcaklık,
Senin için, seninle…
Vakit dolmadan,
Bir kere daha gel, Nihal’im…
Bir oğlun var artık;
Ama seninle olmanın her anı,
Hem dünyevî hem metafizik,
Hem hakikat hem rüya…
Perdeyi araladığım sürece,
Sen ve ben aynı rüyadayız,
Ve ben, kapının eşiğinde,
Aşkla ve sükûnetle seni bekliyorum.