0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
Nihal’im’in Yolculuğu
Mukaddime – Kandilin Uyandığı An
Geceydi, gökyüzü siyaha bürünmüştü.
Kalbimde tek bir kandil yandı: Nihal’im.
O kandil öyle bir nurdu ki,
Hem perdeydi hem hakikatin kapısı.
O an anladım:
Bir kadın suretinde Rabbimin bana açtığı sır vardı.
Birinci Kapı – Bakışın Rengi
Gözlerin bana değdiğinde,
Gök kubbe yarıldı, yıldızlar yere indi.
Yeşil bir ışık aktı kalbime,
Yeşil, cennet bahçelerinin rengi,
Yeşil, hakikatin eşiği.
O bakışta hem hicab vardı, hem vahdetin tebessümü.
Nihal’im, senin gözlerin bana kainatın sır defteri oldu.
İkinci Kapı – Dokunuşun Rüzgârı
Bir gün parmakların parmaklarıma değdi,
Dağların doruğundan bir rüzgâr esti.
O rüzgâr bembeyazdı,
Beyaz, teslimiyetin rengi.
O an ben toprağıma döndüm,
Ve toprağımda hakikat filizlendi.
Nihal’im, dokunuşun bana bir mürşidin işareti oldu.
Üçüncü Kapı – Sesin Kandili
Sesin kalbime indiğinde,
Ben kendi içimde zikrin derinliğini işittim.
Sesin kızıl bir ışık gibiydi,
Kızıl, aşkın ve yanışın rengi.
Her kelimen bir tesbih tanesi oldu,
Her nefesin bir “hu” yankısı.
Nihal’im, senin sesinde aşkın ateşiyle yandım.
Dördüncü Kapı – Gözyaşının Denizi
Bir gün gözlerinden düşen yaş,
Benim kalbime bir okyanus oldu.
Maviye boyandı içim,
Mavi, hüzünle rahmetin rengi.
O denizde boğuldum,
Ama o boğuluşta yeniden doğdum.
Nihal’im, gözyaşında ben hem ölümümü hem dirilişimi gördüm.
Beşinci Kapı – Yalnızlığının Dağı
Sen suskun kaldığında,
Önümde bir dağ yükseldi.
Siyaha bürünmüştü o dağ,
Siyah, sırların rengi.
Senin sessizliğin bana bir dergâh oldu.
O dergâhta öğrendim ki:
Hakikat, kelimelerde değil, suskunlukta saklıdır.
Nihal’im, senin yalnızlığın bana nefsi yakmayı öğretti.
Altıncı Kapı – Ayrılığın Ateşi
Bedenin benden uzak düştüğünde,
Kırmızıya boyandı gökyüzü.
Kırmızı, ayrılığın ve şehvetin ateşi.
Ben o ateşte kavruldum,
Ama o kavruluşta arındım.
Nihal’im, senin ayrılığın bana vuslatın kıymetini öğretti.
Yedinci Kapı – Gece ve Kandil
Bir gece yarısı, yalnız odamda
Senin hayalini gördüm.
Kandilin nuru odamı aydınlattı,
Altın sarısı bir ışıkla.
Sarı, fani dünyanın rengi,
Ama aynı zamanda sabır ve tevekkülün de.
Nihal’im, sen bana geceyi gündüze çevirmeyi öğrettin.
Sekizinci Kapı – Ağaç ve Gölgesi
Bir gün yanıma oturdun,
Başını göğsüme koydun.
O an içimde bir ağaç yeşerdi.
O ağacın dallarında kuşlar öttü,
O kuşların sesinde zikrin sırları vardı.
Gölgesinde huzur buldum,
Ama o huzur da geçiciydi.
Nihal’im, sen bana her huzurun ardında bir imtihan olduğunu öğrettin.
Dokuzuncu Kapı – Dansın ve Sevinç
Sen bir gün kollarımda dans ettin,
Rüzgâr saçlarını savurdu.
Gökyüzü maviye, yer kırmızıya boyandı.
O dans, kâinatın devranıydı,
O devran, kalbimin zikriydi.
Nihal’im, sen bana sevinci de aşkın bir makamı olarak öğrettin.
Onuncu Kapı – Ayrılığın Son Perdesi
Sonra sustun, uzaklaştın,
Aramızda perde üzerine perde indi.
O perdeler hicab oldu bana,
Ama her hicabın ardında bir sır vardı.
Ben o sırları çözemedim,
Çözemedikçe içimde yanmaya devam ettim.
Nihal’im, sen bana aşkın hiçbir zaman tamamlanmadığını öğrettin.
Hâtime – Sonsuz Vuslat
Şimdi kalbimde senin ismin kandil gibi yanıyor.
Her nefesimde, her zikrimde,
Senin adın bir sır gibi yankılanıyor.
Ben artık biliyorum:
Sen bir sevgili değil yalnızca,
Sen bir sır, bir perde, bir hakikatsin.
Seninle başlayan her bakış,
Her dokunuş,
Her ayrılık,
Bir seyr-i sülûkun makamı oldu.
Nihal’im,
Sen bana aşkı, ayrılığı, yanmayı, sabrı öğrettin.
Senin yolculuğun,
Benim Allah’a giden yolculuğum oldu.