1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
179
Okunma
Kadın bağırdı,
ama sesini duyan olmadı.
Sağır kulaklar, paslı kapılar,
ve karanlığın yutkunan duvarları vardı karşısında.
Engin deniz, soğuk sırtını dönmüş,
rıhtımda pas kokusu ağırlaşmıştı.
Keder, omzuna çökmüş bir hayalet gibi fısıldıyordu:
“Bırak, unut, boşluğa karış.”
Ama küçük kız, oradaydı.
Elinde beyaz bir mendil,
denize değil gökyüzüne sallıyordu.
Bu bir teslimiyet değildi;
bu, karanlığa karşı açılmış beyaz bir bayraktı.
Issız sabahlar onun gözlerinde donmuştu,
ama bakışlarının içinde
yeniden doğmanın kıvılcımı vardı.
Zihni, kırılmış yılların arasından
özgürlüğün ipini çekip çıkarıyordu.
Kadın kendine baktı o küçük kızda:
Kırılmanın, boşvermişliğin, hayal kırıklığının
nasıl da kanatlandığını gördü.
Çünkü beyaz mendil,
artık bir sığınma değil,
bir meydan okuma idi.
Deniz feneri uzakta yanıyordu,
ışığı mendile vurdukça
o mendil bir ateşe dönüşüyordu.
Ve küçük kız yürüdü…
deniz fenerinin ışığı mendilde alev aldı,
rüzgâr çığlığına eşlik etti.
O an anladı kadın:
Bazı bayraklar teslimiyet için değil,
fırtınayı çağırmak için dalgalanır.
Ve beyaz mendil,
o sabah dünyanın en gürültülü sessizliğine dönüşerek
gökyüzüne asıldı.
5.0
100% (3)