0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
27
Okunma
Ben,
bilinmezliğin ortasında kayboldum;
geceyle gündüz arasına sıkışmış bir nefes gibi,
hangi yöne aksa kırılacak bir hayal taşıyorum.
Rüzgâr sözlerimi alıp götürdü,
gölgelere bıraktı adımı.
Bir harfin eksilse susarım,
bir anı fazlalsa yanarım;
çünkü hatıralar,
zamanın en ağır taşlarıdır omuzlarımda.
Yollar çoğaldı önümde,
hiçbiri bana varmıyor.
Bir harita çizsem kendime,
mürekkebi hüzün olurdu,
kâğıdı gece.
Yine de bulamazdım dönüş yolunu,
çünkü kayboluş bazen
gönlün sessiz isyanıdır.
Ben,
düşlerimi bir kuş gibi bıraktım gökyüzüne;
dönsünler diye bekledim.
Dönmediler.
Gökyüzü, bazı umutları saklamakta mahir,
bazılarını ise hiç duymamış gibi
sessizce geri gönderiyor.
Kalbim bir fenerdi eskiden,
şimdi is kokuyor alevi.
Külün içinden bir ışık arıyorum,
buldukça dağılıyor,
dağıldıkça büyüyor içimdeki boşluk.
Boşluk, insanın kendi yankısından başka
hiçbir şeye benzemiyor.
Bilinmezlik,
yüzüme kapanmış bir kapı gibi duruyor;
tokmağını tutmaya korkuyorum.
Belki ardında bir başka ben vardır,
kayboluşumu bana anlatan;
belki de hiç kimse yoktur,
ancak yokluğun sesi
varlıktan daha yüksek çıkar bazen.
Şimdi Ben,
adımı unutan rüzgâra,
yönünü şaşıran yıldızlara,
kederden yapılmış gecelere soruyorum:
“Bulunur mu kendini arayan bir yolcu,
yoksa kaybolmak,
bulmanın en uzun şekli midir?”
Cevap gelmiyor.
Ama anlıyorum ki;
kayıp olmak,
yeryüzünün değil,
kalbin karanlığıdır.
Ben yine de yürürüm.
Çünkü yürümek,
bazen bir umuda tutunmaktan fazlasıdır;
bir insanın kendi sessizliğini taşıma biçimidir.
Artık biliyorum ki,
bir gün,
bir yerde,
bir ışık—adı ne olursa olsun—
kendi içimde yankılanıp
bana geri dönecek.
O zamana kadar…
Ben,
bilinmezliğin ortasında kaybolmuş hâlimle,
kendi karanlığımın içinden
yavaşça filizlenmeyi öğreneceğim.
5.0
100% (2)