2
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
376
Okunma

Sıcacık bir el lazım şimdi,
Anaç bir dokunuş…
Buradan bile görünüyor
Sıvazlanmaya muhtaç o omuz,
Okşanacak baş…
Küskün bakışlar,
Gülümseyen yüzlere…
“Kim kondurdu o gülücüğü?” diyen…
“Benim yüzümde niye yok;
O kahvaltı sofrası,
Reçelli ekmekler,
Sıcacık çay?!..
Gülüşünüzün içine koyup
Burnuma dayadığınız o tepsi;
Çay bardaklarından
tüten dumanlar gibi
Usul usul sıcağı tüten
O aile..?”
Kaldırımda gidip geliyor,
Sorup dururken bunları o genç
Yanından geçenlere…
Belli bir noktaya kadar ilerliyor,
Sonra yine belli bir noktada
Sonlandırıyor yolculuğunu…
İçinde gidip geldiği,
Bir türlü çıkamadığı
O kafesten kurtulamıyor bir türlü…
Sitemli bakışlar yolluyor;
Belli bir noktada durmadan,
Ayaklarının ardından sürüklenenlere,
Bir rüzgârın peşine takılmış gibi…
Tıkılıp kalmayan onun gibi
Bir kafesin içinde…
Bir yüz beliriyor gözlerinin önünde birden
Küçücük bir kapı açarak kafes’inde…
O rüzgârdan ona da bir pay veriyor
İçeri dolan esinti…
“Tabii ya, O yapar…” diyor
“...özlediğim o sıcacık çayı.
Fincandan dumanları tüttüre tüttüre
Getirir koyar önüme tepsiyi,
Aile sıcağıyla doldurur içimi.”
Ve yıllar önce oturdukları
Kenar mahalledeki
Komşu teyzeye gitmek üzere
İleriye doğru bir adım atıyor o son noktadan,
O kafesin içinden çıkıveriyor.
Artık kendisi başka bir kenarında da
olsa o şehrin,
Hâlâ en has komşu teyzesi, şimdi o gittiği…
Annesinin fabrikadan dönmesini bekleyen
Küçücük bir oğlanken daha;
Sıcacık çorbasıyla
Isıtan annesizliğini, o günlerde…
Aç midesi gibi annesizliğini de doyuran…
5.0
100% (5)