0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
220
Okunma
Hayatta her şeyin bir zamanı vardı
Ve acele etmeden beklemek gerekiyordu, olacakları
Kadın da çaresizlik içerisinde kaderine razı olmuş
Bekliyordu gelmeyecek olanı
İstiyordu ki sevdiği gelsin
Ama günler, aylar geçmiş gelmemişti sevdiği
Aslında yenilgiyi kabullenmişti kadın
Sanki dünyada bir yenilen kendisi miydi?
Değildi ama bu yenilgi, onun sonu olacaktı
Bunu kendisi de çok iyi biliyordu
Ayrıca hayatında hiçbir şey yolunda gitmiyor
Adeta her şey üstüne üstüne geliyordu
Kardelenler başını kaldırmıştı, soğuğa, kara inat
Zemherinin soğuğu da iyice içine işlemiş
Donan yüreğini buz kestirmişti
Dağların türküsü yanık, acı olurdu, feryatları da
Zorluğu, yol ve geçit vermezlikleri
Zalimlikleri, tek sevenlere miydi?
Yoksa aşkları, âşıkları da öldürmek
Dağların adeti, töresi bu muydu?
İçinde bir sitem, bir isyan
Kendisi ise can pazarındaydı
Artık Juiya gibi havarları
Geçit vermez dağlarda yankılanıyordu
Hem gönül bu, söz dinlemez ki
O, gideceği gönlü kendi seçer
Düşünmeden de ona giderdi
Hem iki gönül birbirini sevip bir olunca
Kim engel olacaktı?
Yeter ki sevenler vazgeçmesin
Zaten aşk ateşi ile yanan bu iki bedeni
Başka bir ateş daha fazla yakamazdı
Gitmek istediği yollar ve dağlar
Kendisine set olmuş, geçiş vermiyordu
Feryat figanları dağların zirvelerine vurup
Akis olup geri geldi
Ve yüzüne bir tokat gibi vurdu
Her vuruşta kendisine geldi
Sonra da tekrar tekrar yüzünü yağan kara
Ve esen rüzgâra döndü
Gel bir daha, bir daha vur diye
Belki bu şekilde kendisini cezalandırıyordu
Asıl gurbet ise içimizdedir
Soğukluğu dondurur, ateşi ise yakar
Gurbet herkese göre de değildir
Çünkü uzaklar candan can alır
Hasret ve özlem insanın içini bir kurt gibi
Kemirir, bitirir
Her gidişin bir de dönüşü vardır
Ama gelip de görmemek gibi
İnsan sevdiği için vazgeçmeyi de bilmeli
Artık elinden tutamasa
Birlikte olamasa da sevgisini yüreğinde
Ölene kadar taşımalıydı
Belki de dünyanın en zor işi
Sevdiğini yolcu etmekti
En kötüsü de gelmeyeceğini bilmeden
Bir de sevda çekmeden, fedakârlık yapmadan
Belki de ölüm olmadan aşk
Aşk olur muydu?
Uzak olan yol, gittiğin gurbet değildir
Uzak olan, yanında olup da
Sana gönlü uzak olandır
En güzel, gönlü saf ve temiz olan insanlar sever
Çünkü onların kalbi de öyledir
Bu aşk hikâyesi; sevip de kavuşamamak
Ölümüne bir sevda üzerine yazılmıştı
Ayrıca buralarda aşk ve kavuşmak ise
Her zaman zordu
Seven sevdiğini çoğu zaman alamaz
Almak içinde çok engeller aşması gerekirdi
Bazen istemek bile yetmezdi
Güçlü olan, ayakta kalan, zorla da olsa
İstediğini, bazen de sevdiğini alırdı
İstemeden yapılan bu evliliklerde
Sevgisiz bedenlerde
Sadece hevesler tatmin edilir
Nefisler körlenirdi ama geriye kalan ise
Kırık bir gönül, yarım kalan bir aşk
Ve gözyaşı dolu acı bir hikâye kalırdı
Evet, bazen sevdiğini korumak için de
Vazgeçmekte gerekirdi
Zirvelerine kar yağmıştı
Geçit vermeyen zalim dağların
Karın soğuğu, esen rüzgârla birlikte
Yüzüne vurdukça
Yüzüyle birlikte içini de buz kestiriyordu
Keşke esen rüzgârlar
Alıp savurduğu kar taneleri gibi kendisini de
Savursa ve sevdiğine götürseydi
Hayata, kaderine yenik düşmüştü
Rüzgâr olmasa bile kaderi onu evinden alıp
Buralara getirmiş, köyünü terk etmişti
Sevdiği gelse kendisini nasıl bulacaktı?
Sevdiği gittikten sonra mevsimler kendisine
Hep kış olmuş, hep üşümüştü
Ölü mü, diri mi belli değildi
Belki de yaşayan bir ölüydü
Ruhsuzlaşmış, dünyaya duyarsızlaşmıştı
Gözlerinde hep bir korku vardı.
En ufak bir çıtırtı da bile
Ürperiyordu körpe yüreği
Bazen beklemek yerine
Hayallerinin, sevdiğinin peşinden gitmek Gerekmez miydi?
Ama nasıl gidecekti?
Şimdi bu dağları aşmak
Sevdiğine kavuşmak için neler vermezdi
Elinden gelse sevdiğine koşarak, uçarak giderdi
Ama özgür değildi
Aslında hiçbir zaman da özgür olmamıştı
Ayaklarına pranga vurulmuş
İdamını bekleyen mahkûmlar gibi olacakları
Başına gelecekleri çaresizlik içerisinde bekliyor
Feryat figan ediyor, Yaratana yalvarıyordu
İnsan sevince gözü görmez, düşünmezmiş
Sanır ki her şey güzel olacak gibi gelirmiş
Kadın da bazen akıttığı gözyaşlarının eşliğinde
Onca kötülüğe rağmen iyilik ve mutluluk dolu
Masumane hayaller kuruyordu
Gerçekleşmeyecek hayallere
Ve yaşayamayacağı hayata dair
Ana da baba da sığınacak ocaktır
Darda kalır gidersin
İyi günde gitmesen de
Kara günde cenazesine gidersin
Ama kadının gidecek bir yeri de yoktu
Hayatta geç kalmak
Telafisi olmayan şeylerin ifadesiydi
Ve hayatta, bazı hataların telafisi de yoktu
Bazen de sonu ölümdü
Hayat aslında bir yolculuktu
Yolculuğun son durağı ise mezar
Geldiğimiz bu durağın ise dönüşü yoktur
Bu yolculuğa insan yalnız çıksa da
Aslında son durak ahirettir
Her şeye rağmen yine de direniyordu kadın
Ama kanla yazmıştı sevdiğini yüreğine
Çünkü kan kokardı bu dağlar
Zalimlik kokardı, töre kokardı, terör kokardı
O dağlar ki zirvesinden
Yazın bile kar eksik olmayan
Kimseye acımayan ve geçit vermeyen dağlardı
Bu dağlar çok insan yutardı
İçine aldıklarını ise geri vermezdi
Kadına acıyıp, geçit vermediği yetmez gibi
Sevdiğini de elinden almış ve geri vermemişti
O dağlar ki efsanelere
Masallara, hikâyelere konu olan dağlardı
Birçok kız, Balkayalarda Juliya gibi belki taş olmadı
Ama töre diye katledilip toprak oldu
Hepsinde bir acı, bir ayrılık, bir hüzün
Çoğunlukla da gencecik kızların ölümü vardı
O dağlar ki sevgi, feryat, figan dolu havarları
Kimsenin duymasına imkân vermezdi
Bu havarları sadece içinde ayrılık olanlar duyardı
Kadının yaşadıkları, bir ters lale
Bir papatya, belki de bir kardelen hikâyesiydi
Ayrılık, hüzün, gözyaşı
Ve sonunda ölüm olan bir hikâye
Onların hikâyesini burada yaşayanlar bilir
Ancak onlar anlardı
Kadın, gencecik yaşında
Ne çok sevdiğine kavuşmuş
Ne de kundaktaki bebeğine doymuştu
Koca dünya içine her şeyi almış ama bir onu almamıştı
Bir dağ başında küçücük dünyasında yaşamış
Ve o dünyasının töre dediği çağ dışı bir cinayete
Elleriyle büyüttüğü kardeşi tarafından kurban edilmişti
Bu kan kokan topraklarda
Yavru bir ceylan gibi gezdiği bu dağlarda
Kalbinden vurulmuş, olduğu yerde kalmıştı
Mezarını kim kazacak?
Üzerine toprağı kim atacak?
Gönlündeki yaraya kim ilaç olacaktı sevdiğinden başka?
O da gitmiş, gelmemişti
Gözlerinden akan yaşlar
Yüreğindeki yangını söndürmek için mi akardı?
Belki de onun için akmıştı
Ama içindeki yangını söndürmek yerine harlamıştı
Kadın kaderinin önündeki duvarları aşamadı
Engelleri yıkamadı
Bazı şeylere hep geç kaldı, belki de erken
Aslında bu dağlardan kaçıp kurtulmak istiyordu
Gitti de
Hem bu dağlardan
Hem de kendisine yaşam hakkı tanımayan dünyadan
Töre düzeni, kendisine bir mutluluğu çok görmüş
Sevdiğinin öpmeye, dokunmaya kıyamadığı kadını
Dışlamış, hatta canına kıymıştı
Anlamadılar halinden, sevgisinden, masumiyetinden
Yarım kaldı sevdası, kavuşamadı sevdiğine
Ömrünün baharında aldılar onu
Hayattan, kokusuna doyamadığı ağzı süt kokan bebeğinden
Bir de yolunu beklediği sevdiğinden
Bu dünya kadına hiçbir şey vermedi
Bir dağ başında, bir mezardan başka
Kimsesizler mezarı gibi adı yok, yeri belli değil
Geleni gideni, arkasından bir Fatiha okuyanı yok
Kadının gökyüzü ile yeryüzü arasında
Çiçekleri barut ve kan kokan bu dağlarda dolaşır ruhu
Ruhu da huzur bulmaz, çünkü gözü arkada
Sevdiklerinde kalmıştır
Bu hikâyede olduğu gibi ölen beden olur
Yaşanan aşk ve kavuşmalar ise ahirete kalır
Gerçek bir aşk bedende ölse de geriye anlatılacak
Acı bir hikâyesi kalır
Bu hikâye de böyle bir hikâye
Yıllarca da anlatılacak
Kardelenler bu topraklarda hep açıp baharı müjdeleyecek
Ama hiç birisi kadını geri getirmeyecek
Kara kaderini ise değiştirmeyecekti
Kadının kardeşi ile çekilmiş
Siyah beyaz bir fotoğrafını gördüm
Fotoğrafı gördüğümde içimden
Gerçekten anlatıldığı gibi çok güzelmiş dedim
Boşaltılmış köyündeki
Yıkılıp virane hale gelmiş evini de gördüm
Ve meşe yaprağı kestiği ormanlık alanları da gezdim
Ayrıca yarım kalan aşkın başladığı çeşmeden
Akan berrak ve soğuk sudan su içip
Adeta anlattıklarımı ben de yaşadım
Ve son olarak kadının son nefesini verdiği evi
Ve dağ başında şimdi toprak olan
Üzerinde kardelenlerin açtığı mezarını ise
Bir operasyonda görüp
Bu hikâyeye son noktayı koydum
Bunları yazmak ise bana yıllar sonra nasip oldu
Kendi içinde, kendi mezarını kazan birisinin
Aslında mezara ihtiyacı yoktu
Kadın da kendi mezarını içinde kazmış
Ve çoktan içine girmişti
Artık onu, o körpecik bedenini sevdiğinin kolları değil
Kara toprak kucaklayacak
Aşamadığı dağları ise isimsiz mezarı olacaktı…