Taksim’de Travesti Bir Aşk’tı Seni Görmek...
Şehrin yüksek duvarları vardı,
içinde milyonlarca hayat besleyen
Sokakları
kaldırımları sökülmüş yalnızlık tarlası gibi
Sarışın bir travestinin
gözyaşı değiyor
kırmızı ruj lekeli sigaranın üzerine
Aptalca şarkılar çalınıyor
büyük camlar ardında
ve
şuursuzca dans ediyor
siyah bıyıklı adamlar ile
saçları kızıla boyanmış
kadınlar
Bir sokak çocuğu çığlık atıyor
darbukasında para büyütmek icin
Klarneti çalan adam hırsıza benziyor
bir parçadan fazlasını bilmiyor zaten
Bir karadeniz türküsü gibi şimdi tüm yollar
hareketli ve fıkra tadında
Kapılarında
güvenlik görevlileri duruyor ışıltılı binaların
genelev kapısındaki kolluk kuvveti gibi ürkütüyor
reşit olmamış
çocukları
Şehrin kalbine çıkan sokakların
kenarlarına saksılar konurdu
içinde sigara izmaritleri
ile boş pet şişeleri çoğalırdı
bir
kadın satıcısına aşık olan
sokak fahişesinin sakızı yapışırdı
sonradan görme sosyete güzelinin
topuklarına
Tinerci
çocuk son bir lirasına taliplenirken
yol kenarındaki şarapçının
şarapçı da
açlığını yumruklayıp
susmasını öğütlüyordu soğuk
gecede
Dip bucak temizlik yapan
belediye görevlilerini selamlıyordu
kırmızı arabasıyla simitçi
Susamları çok diye
1,40 yapmıştı simitçiler odası
susamsız çatalın da açmanın da fiyatı artmıştı
ve
aç kalıyordu
sokak kedilerini besleyen kaldırım insanları
Bedenini satanlara fahişe diye sesleniyordu
ruhu fahişe olan adam kılığındaki sürtükler
ve
acımıyordu
teninin parçasını karın tokluğuna satanlara
Çelişkisi
kendisine açtı bu şehrin
ve en namuslusu idi
bedeninden bedeller ödeyenler
Kahpe bir bakışın hesabını soracaksa eğer tanrı
en çok
kendi adını kullanıp
sokak satıcıları ile
sidik yarıştıran
ben oldum budalası
din bezirganlarını çekmeli sözlü ve yazılı sınava
cehennemin tadına ilk onlar bakmalı
ki
dünya da bir tek yürek yakmanın ne demek olduğunu
anlasınlar diye
sokakların ışıkları sönüyordu
eylemcilerin tenine ilişen su damlaları üşüyordu
gökyüzüne yükselen sis dumanı gibi gaz
bulutları
genzi yakıyordu
gözlerden yaş getiriyordu
ölüm meleğinin
şehirdeki elçileri gibiydi sanki her bir sis tanesi
kentin arka sokakları şiddet kusuyordu
bedenler kaldırımlara göç etmişti
pazarlıklar
gecelikti
sevişmeleri anlıktı
acıyan yüreklerin hiç pahasına
pazarda değersiz bir paçavra gibi savrulması
acıtıyordu düştüğüm kaldırım taşlarını
insanlık ayıbı değildi
tanrının ayıbı değildi
yüreğin ayıbı hiç değildi
düşüncelerin ve inançları ayıbı idi
yok sayılan ve silinmek istenen bedenler
tükürüğünü asfaltta eriten
bir erkek çocuğunun
acıyan canının etek boyu kısalığında idi ömrü
perdesini indirmişti şehir
ışıklarını yakmıştı tüm odaların
pazarlıklar
yapılıyordu
ucuz otel köşelerine
gecelik tatminler satmak için
bedenlerin
bedeli yok derdi tanrı
eşsiz yarattım derdi
şimdi birkaç liraya savrulup duruyor
cüzdan kalınlığı sevişmelere
bu şehri fahişeler değil
ruhunu yitirmiş insan müsveddeleri işgal etmişti
zulasında sakladığı iki ucu keskin bıçağın üzerine
kazıdığı kan damlaları ile
hangimizin düşü idi
düşüvermek düşten düş gezgini misali yollara
kusmuğunda boğulası öfkeleriyle
kendini yitiriyor kaybedilen
zamanlar
doğumu sadece gökyüzü yaşıyor
karanlığı üzerinden sadece gökyüzü atıyor
sokakları
çocukları, travestileri, fahişleri ile
halen karanlık ve soğuk
içinden parçalar söküyor
döngünün acıtan
gitgelleri ile
doğma diyor
çocuk korkunun ecele faydası olmasa da
sen doğma
çocuk en ahlaksızının bile ahlak bekçisi olduğu bu sokaklarda
yüreğinin masumiyetinin üzerine çektiğin
rimelin, rujun, ojenin ve eteğinin
seni sadece
bir melek gibi gösterir
melekler
sevabını yazdıklarında
en çok sen
cenneti hak edeceksin
yağmur teninden döküldüğünde
tüm
cehennemleri sönecektir bu kentin
ve
özgür olacaktır
düşlerin