Hayat,
dibe vurduğunda boğulduğun bir su damlası gibiydi.
Çırılçıplak ve deliksiz bir
uykuda dalından kopan dut tanesi misali konardı sinekler yarınsızlığın orta yerine.
Kendi nefesinde susan rüzgarın yanağına dokunan yaprak gibi öksüz ve tek başınaydı terki diyar mutluluklar.
Nasihatler veriliyordu, ağaç kurusu yangınlardan mal kaçıran kırk haramilerin Alaaddin’i ile.
Postunu kapı eşiğine sermiş kralların halifesi oluyordu
aşk denilen illet.
Kocaman sevinçlerden ansızın uyandırıyordu sivrisinek ısırığı ve acısı okyanus suyu ile gidiyordu.
El ağzına düşerdi kimliğim ve bir çocuğun
gözyaşına terk ederdim
sevgiliyi,
sevgiden mahrum çıplaklığımla...
Hoşçakal, başlangıcımın ürkek tutkusuna sarılı kalan
Hoşçakal, seni seviyorum kelimesini boğazıma düğümlediğim
Hoşçakal, ansızın gidişimin masum
yalanı
Hoşçakal, uyandığımda yastığımda terinin kokusunu unuttuğum
zaman Hoşçakal...