6
Yorum
24
Beğeni
0,0
Puan
1837
Okunma

tavşanın hiçbir zaman şapkadan çıkmadığını bildiğim
ama seyrederken olduğuna inanmak istediğim gibi hayat
...
düşlerini küçücük sokak aralığına sığdırmış çocuklar
kirlenmiş bir kentin temizliğine yağmur beklerdi o zaman
o zaman
kadınların iplere astığı çamaşırlarından damlayan sular
kırılmış kaldırım kenarlarına birikir
biriken suyun büyüklüğünde karıncalar boğulurdu
her aşkın bir kuytuluğu vardı mesela
her öpüşmenin ardından
utangaç gülümseyişler sıralanırdı sıvasız duvarlara
ilk aşık olmayla
son aşık olmanın arasına çekilmiş bir sürekli kaybetmekti sevda
yüreğin
sonbahara döktüğü yaprakların kuruduğu anların
resimlerini toplamasıydı ayrılıklar
ve aşk
düşlendiği kadar değil
bittiği yere kadar aşktı ..!
belediye anonsuyla duyulan bir ölümün
acaba kim diye merak edilmesi kadar acıklıdır insan
hiç tanımadığın bir mevtanın
iyi yada kötü olduğunu bilmeden
hep güzele yakıştırıldığı bir duruş bozukluğu hayat
iyi bilirdik dediğinde
neyi nasıl bildiğini kestirmeden yanılgılar çizmesidir dilin
cami önlerine koyulmuş banklara oturup
sonunda
karşında duran taşın üstüne geleceğini düşünmek
korkuyla faniliği beraber aklına yatırmaktır
ve o zamanlar
küçük olan şehir mezarlığına
insanlar taşınırdı otobüslerle
o kalabalıktan sonra
bir kişi emanet bırakılır
geri gerisine dönülürdü hayata
bir karalama gibi başlayan herşey
simsiyah bir hikayeyle biterdi..
Amerikan sigaralarını ret edip
yerli tütünlere
öksürükler düşürülen zamanlardı
aklın ermediği beyin yollarımızdan
kor ipekli marşlar söyleyen delikanlılar
genç kızlar geçerdi
anlayamadığımız bir gülümseyiş takılır dudaklarımıza
gözlerinin içindeki ülkeye el sallardık
öyle yakışıklı öyle güzeldi yüzlerinin coğrafyası
birgün gelir vatanımızın toprakları da onlara benzer derdik
derdik
dedik
ve sustuk
susturulduk
gittiler
kaldık
gençtiler
çocuktuk
kaybedildiler
acıdık
düştü hayat
öldürüldü türküler
işkenceyle ağrıdı onur
ağrıdı insanlık..!
ve acısıyla baş başa yaşamaya devam etti kentler
köylerin kırsalına düşen mermiler ağaç köklerini vurdu
sokakların rüzgarla savrulduğu eylül zamanları
tam oniki yerinden kırılmış çocuklar düştü dallardan
resmi acılar içinde palazlandı bireysel tutkular
ve tozlu rafların küflenmiş yalnızlığına kaldırıldı
toplumcu haykırışlar
her ezan sesinde
kendini konçertoyla kanıksayan
köpekler gibi uğultulu bir resim kaldı geriye..
bildiğim bilmediğim tüm hayatın
renkleriyle birleşti büyümeye yüz tutmuş hayaller
açık satılan sütün içindeki mikrobun tartışıldığı
büyük şirketlerin satacağı sütlere açıldı sermaye
işçilerin elleriyle kurduğu dünyanın
patronlar tarafından puroların ucuyla yakıldığı bir sömürü uyandı
kapitalizm
cici kıyafetleriyle dalgın rüyalarımızı zapt etti ansızın
bir sürekli düş ölümleriyle
yaşamın sohbetsiz kalmış suskun birer düşkünleri olduk
gerçi
yoldan geçen ihtiyar bir amca hep vardı
topraktan asfalta geçerken
verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz vaktinde
saklambaç oynadığımız çok gürültülü zaman devam ediyordu
içine kapanık çocukların yetimliğine
ki içlerinden biride bendim
ah yazık canım benim ya denen sosyetik şaklabanlıkları hatırlıyorum
kutsal bildiğimiz bazı yanlarımız hala ayakta
hala öldürülmemişti
bazı caddelerin akşam üstlerine devrilen sarı sıcak tutuklanmamış
çatılara belenmiş kuşlar düşünce suçlusu olmamıştı
kadına şiddette ilerleyen
tecavüzde adam bilinen
yolsuzlukta alkış tutulan bir acizlik olduğumuzda
hala bir onur kavrayışı ile insan kalanlarda vardı
vardı bir umut hala vardı
..
ve uzun metrajlı aşkların
geriye sadece fragmanı kaldığında
senaryo gereği figüran yalnızlıkları oynamaya başladık
bir ihtimal daha vardı
ama o ihtimal hiçbir zaman var olmadı ..!