1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1142
Okunma
Eski bir şiirin tekrar düzenlenmesiyle ortaya çıkan seri devamı oldu. Şiirin yazım tarihi 2012.
Bizler kentin göz kamaştıran ışıklarına aşığız
Uçsuz diyarlarda
Gözleri dokunaklı hanımefendilere sevdalandık
Gişeci Kazım Bey ile
Onun sevdası allı pullu
Benim sevdam tanrı biliyor sessizliğin haşmeti
Tanrım gökyüzünde begonyasıyla mutluluk peşinde
Sırtıma kondurduğu kambura kasvet biriktiriyorum
Gişeci Kazım Bey geliyor alelacele
Karşıya geçerken reverans yapıyor yalnızlığa
İskeleye alabandasını vuran yük gemilerinin saygınlığıyla
Elime tutuşturulan gayrimeşru meşrubatlar
Kalbim göreceli bütün acıları yaşıyor.
- Otur hele Kazım Bey, soluklan
- Efendi yalnızlığın meşrebini bilir misin
- Soyut bir çiçeği koklamak gibiyse bilirim pekâlâ
- Ta kendisidir efendi
- Öyleyse benim meşrebim yalnızlıktır Kazım Bey.
(Kentimde dizginlerini kıran atlar kükrermiş
Garip teyp kasetleri çalınır
Alkış kıyamet derken deprem gün yüzüne çıkar
Ellerinde ölümle)
Kucaklayalım ölümü karanlık morglarda
Çünkü sessiz kadınlar ağlayarak ölürmüş
Seneler kadar hüzün var kaşımın üstünde
Arşa değerlerse karanlık çöker gökyüzüne
Yeni doğan ayın bilincinde
Fersah boyu kuşlar vuracağız
Bu çay tarlasını yokuş yukarı yakacağız
Sesi kısılan milli piyangocuları öldüreceğiz
Neyimiz varsa arkamızda bırakacağız
Gideceğiz bu sessiz kentten.
Daha da anlamı olmaz uçmayı anımsayan kuşların
Eriyen karın
Hesabı ödedik ve çıkıyoruz.
İçimiz ince çizgilerle geçiyor
Salyangozların göç vakti.
- mevsimsel kırıklıklar rasyonel hüzünlere denktir efendiler -
Aralık, içimizi ısıtın o sessiz yangınıyla beliriyor
Gözlerimizi de gölgelere satmaktayız
Yıkımın öbek öbek yok oluşunda
Şehrin harabesini sırtlayıp kederleniyoruz
Kentimiz olan İstanbul’da: yalnızlık bulunur
Zaman hiçliğin kamburu
Ablukaya mağlup düşen yalnızlığımız
Bundandır sessiz ve unutulmuş sevdamız.