8
Yorum
24
Beğeni
0,0
Puan
2649
Okunma

kukla
müebbet ağacın
köküne duyduğu saygıyla başlıyorum yürümeye
ip gibi uzayan ırmağın çakıllarını saymadım daha
gökte serilmiş kuşların tecrübesine erişmedi ruhum
varsa yoksa bir taşın kanayan suyu
ve altımda bağrışlarıyla arza tutunmuş toprak
erinme çalı arasına devrilmiş sarı sıcak
ısıt gövdesiyle boşluklar arası yalnızlığı
daha ışıkları sönmedi gözlerimin
bir eski gömünün parıldayan antikasına seyirim
erinme sarı sıcak
mevsimler rast gele çekerken doğadan dört adını
geriye kalıyor karalama duvar takvimleri
şu parçalı bulutların
grileri giyinmesine verdim aklımı
tevazu içtiğim kendimden geçmişlikte
bir yol üstü moteli kirliliği anılarım
anahtarı deliğine uymayan
abartılı bir hidayeti bağlıyorum göğsüme
sahiden soluduğumu açıklayamadığım
derin çok derin bir doğaçlama hayat
tepkisiz düşlediğim
bir karıncanın tek düze yükünü çekiyor ellerim
ha gayret açıklamasız halim ha gayret
rakamların içine sakladığım
asfaltları aşındırıyor ayaklarımın tekerleri
ha gayret ipe sapa gelmezliğim ha gayret
saçlarımın çoğaltarak akıttığı ter
güz sarısı yağmur
üstüme geceden kalma
siyahları giydiğim vakitteyim
ha gayret
bilinci çağın gerisine demir atan sessizliğim
ha gayret
kentlerin kalabalık ihtişamından uzak
kırsal çokluğun yalnızlığına düştüm
sırt üstü yattığım mistik havari kayboluşum
başımda dönen pervane sancıların
çocukluğunu yaralıyor özüme
boy attığım küçük yolculuğumun
kar sularıyla aktığı bir yerindeyim
çığ düşmeleri dağın yanaklarını çıplaklığa terketti
ardıma kadar üşüdüğüm hatırı sayılır hatalarımı
son geçtiğim rakımı feza bir karartıda bıraktım
solumda parmaklarımın arasından düşüyor trenler
sağımda kolumun dirseğine asılı göklerin demir yığınları
ve gözlerimin tam ortasından geçiyor
gemiler sürgünü rotalarım
ağır başlı bir saklanmanın
duvarında taradım sakallarımı
saçlarıma düşmüş serçelerin ağlayışını
usul usul bıraktım uykularının ıslaklığında
bir ayrılışı çekerek yıldızların sığınağından
bağıra çağıra resimledim kartpostal acılı notlarıma
özlemler kıyılıyor midemin duygusal zifirinde
aklımda alabildiğine masalsı giyotin kesilmeleri
uçurumun yanıbaşında açık ve net durmuşum
köküyle toprağa tutunmuş mazinin akıl almaz direnişinde
bir anlam yüklemesi arandığım
zor şartlar altında isli bir düş yıkıntısı soyadım
adıma yakışan zatürre titremeli bir korku telaşı
ağır başlı bir saklanmanın
bağrında geziniyorum
kekeme konuşmalı geceye
kör yanlarımla bakmak
darbe kaçkını yüreğimin
sağır duyumsama ile aşkı ret etmesine neden oluyor
şimdi ayaklarımı gölgelerin sessizliğine uzatıp
ellerimi başımın altına koyup
göğün tavanındaki dağınıklığı seyretme vaktidir
ağır başlı bir yolculuğun
dışında kalmış içi uyku dolu bir yolcuyum artık
...
şimdi Ahmet Arif gelir haziranın ikisinden
Diyarbakır surlarına düşkün bir şiir bırakır aklıma
ve aşkların oy havarlı yanlarına sıkar
bıçak bıçak yırtılmış kurşun ağırlığı hayatı
oracıkta yığılır zaman karlı kayın ormanına
güneşi sırtlayan bir Nazım çıkar gelir
üzerinde sürgün gözlerinde hasret saklıdır
artık biter Orhan Kemal’in gülümseyişiyle gece
üç usta üç fişek üç haziran olur doğar yeniden...!