10
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
2430
Okunma

...
Ağzımda ekmek arası bereketli tarlalar kadar
Göğsümde emzirilmemiş bakir topraklara sahip çıkan...
Sırtımda gözlerimin doğusundan yükselen güneşin alnı yanık çizgilerine tutunurken(!)
Ayağımdan diz kapağıma doğru sürtünerek tırmanıyor militan karıncalar...
Başımda âmâ kuşların konduğu susuz kalmış hurma ağacı ...
Kollarımda evreni kucaklayan üşümüş yorgunluklar
Ve saçlarımda ritmi bozuk şarkıların
Çoğalarak yok olduğu deniz köpüğü maviliklere uzanıyorum...
Yaslanan kayaların birbirine içten bağlılıkları gibi
Toprağın koynunda memeleri üşüyen kadıncıkları sarıyorum
Denizlerin bir hamlede yuttuğu kumdan şehirlere inat...
Gece yağan yağmurdan sonra sabaha gülümseyen
Gökkuşağı’nın altından geçmeye çalışan ergen oğlanların...
Gözlerinden başka dünyalığı görünmeyen
Sürmeli bakışlarından süzülen yaşlarını suskun kuyuların içine dolduran
Elleri kınalı, pazen etekli, başı yaşmaklı kadınlara (analar) imreniyorum
...
Şimdi
Bana yapraklarını sunan ağaçlar kadar çıplağım
Hüzün solungaçlarımın terleyen alnını silerken
Çamura bulanmış tuhaf siluetler-den yükselen
Fanus içinde biriktirilmiş aç nefeslerin
Nazar görmüş gövermiş gözlerine
Fatiha okurken şeddeli şın kadar yorgun düşüyorum
...
Bir elimde annemin beni doğurduğu sabaha okunan ezanın sesiyle ağır ağır yağan kar taneleri...
Bir elimde muştulanmış ölümümün, teneşir soğukluğunda bedenimi yıkayan suyun, gırtlağımı katıksız yakan şarabın içinden yükselen barut kokusu buhranıyla can çekişirken gözleri açık kalmış yavru kuşlar...
...
5.0
100% (15)