6
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
1696
Okunma

Kimi zaman,
Taş attığımız kentin yağmurlu sesinde boğuluyoruz…
Dokunarak yanarmış el göz yürek
Ve bir uğultudur çınlayacak olan duyularımızda üç beş satır/gardiyan
Bize bu kalabalık sızıyı öğretir zam/an…
Çözülür usul usul “hey can hey can”
Kirpiklerine düğümlenen pervasız iki damla
Çığlığını hiçbir yere sığdırmaz
Mayalanırken anne odalarında z/âlim ninniler…
Yankılanır damarlarda burgaçlar
Ve kanar sokaklarımızda dizlerimizde ki yaralar
Ah etsek de pencere duvar döküp içimizi
Kırılır kirpikleri mısraların
Doluşur kan pıhtısı bakışlarına cümlelerin…
Bazen gam terazisinde salınır
Annemizin kasveti
Bazen ağıda düşen harfleri ç/ağlatır
Babamızın o nasırlı elleri
Ve gizleriz gözyaşımızı göğe yükselen onurumuzdan
Güvense, bırakmaz yerini bizde endişelere…
Yine de severiz biz yürekte tüten ocağımızı
Nazlı nazlı savrulsa da kâ/külü kelimelerin
Büyürüz aniden
Baba ocağında oyalanırken mevsimsiz türkülerimiz
Anne eteğinin gölgesinde kardelen yeşeririz…
Gecikmiş bir seda bırakırken dünyaya
Gözün gördüğü hayat b/ilgisinden
Acısını alıyoruz insanın iki mısra
Yürekten severiz sonrasında sızım sızım
Ve ölmesini de biliriz gökyüzümüz ateş kusup
Kanatlarımızı alazlayınca…
Kentine dönüyorken veryansın telaşlarınız/ konuşuyoruz içtenlikle her birimiz doğrularımızı
Ve çoğalıyoruz ah ile susan biri olarak…