15
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1295
Okunma
Sende Eylül’ün gözlerini bıraktım Anne
Ekim aşüfte yüzüyle pusudaydı aramızda
ve Kasım sabahı eğildi kirpiklerimin gücü
Eski bir hatıra
birkaç dingin inilti
sararmış ezik yastık
kır saçlarından bir tutam
yanağımda unuttuğun dudak izi
hatırımda unutulmamış her şey…
Peki ruhun neredeydi Anne?
Sende bereketini gördüm en şefkatli ellerin
sarnıçlardan dökülen pastoral bakışlarımda
lirik özlemlerin bile öldüğünü gördüm
benliğime işlediğin incecik nakışlarında
Büyüyordum ya kalp atışlarında
ömrün oldukça söylediğin gibi
Çocukluğunu terk eden büyümüşlüğüm
ve adamlığım ağlamayı suç sayan
bir güçsüzlüğün esaretinde kalakaldı
İçimde acının sonsuza açılan kapısı
kilidini zamanın yuttuğu diptik
yokluk dibimde kara delikler bıraktı
Çocuk gibi ağladım analığının
yüzü suyu hürmetine
Bir Anne doldurdum ömrüme
Endam dolusu yolculuk
ve beyaz gelinliğinde ümit
kaşlarının arasında nur bahçeleri
güllerini elimizle okşadığımız gülistan
Üç kardeşin en küçüğü
kendini hüzne sattığı an
diyordu ki gitme anne gitme
öpüyordu ak alnından
ve ilhamın en anlamlı tümcesi
kopuyordu aklından:
Ben seni Allah’ a gelin ettim Anne…
Önce kelebekler ağlıyordu erken ölüme
sonra biz…
ve çığlık çığlığa
serçelerin gözkapakları kapanırken
solosu başlıyordu kırlangıçların
kimse inanmıyordu öldüğüne
Sen giderken
gülümsüyordun Anne…
Nevzat KONŞER
Haziran 09
5.0
100% (7)