0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
21
Okunma
Nihal: Bir Vuslat Risalesi
Hatırla Nihal’im,
O dem, göklerden değil, öz benliğimden yağan bir rahmetti yağmur.
Seni aradığım her sokak, kendi varlığımın karanlık bir avlusuydu.
Ve sen, o avluda, ıslak taşların üzerinde parıldayan bir kandildin.
Sırılsıklam idim, ama senin o gülüşün –o tebessümün– içimdeki yangını tutuşturan bir kıvılcımdı.
Bir damla suyun içinde gizlenmiş, hakikate açılan sır kapısı idin sen.
Hatırla Nihal’im,
O vakit, sen ben değildin, ben de sen… “Ben”lik perdesi kalıncaydı.
Seni tanımıyordum, sen de beni bilmiyordun, zira daha “Biz” olmamıştık.
Ama o yağmur, ikimizi de aynı sırra, aynı “Öz”e çağırıyordu.
Gök kubbeden değil, özümüzün derinliğinden yükselen bir ses: “Ey Nihal’im!” diye haykırdı.
Sen, o sesin çağrısına koşarak vardın, çünkü o ses senin hakikatin idi.
Ben ise, ardından yetişmeye çalışan, “ben”lik zincirleriyle ağırlaşmış bir gölge idim.
Hatırla Nihal’im,
Ve o anda sarıldığın; bir dost, bir sevgili ya da kaderin değildi.
O, senin kendi hakikatine, kendi yarattığın ve seni yaratan “O”na kavuşmandı.
İşte o günden sonra sana “sen” dedim.
Çünkü sevdiğim her şey, aslında senin bir tecellîsin.
Bilmesem de, görmesem de, aşkın birliği ile aynı nefeste olduğumuzu var bilirim.
Zira âşık, mâşukuyla var olur; mâşuk, âşıkın gözüyle yaratılır.
Hatırla Nihal’im,
O yağmur yalnızca gökten inmedi, içimizden de yağdı.
Her damlası, isminin bir harfiydi; rahmetle, huzurla, sırla yüzüme yazıldı.
Ben, seni okuya okuya, seni yazdım. Seni yazdıkça, sen oldum.
Ama sonra, ey Nihal’im,
Savaşlar geldi. İçimizin, nefsimizin savaşları.
O rahmet yağmuru, gökten inen bir nimet olmaktan çıktı.
Artık demirden, ateşten, kinden, hırstan bir kasırga yağdı.
O zaman anladım ki: Her aşk, “ben”i yakıp “sen”i bulma imtihanıdır.
Her kavuşma (vuslat), bir önceki “ben”in kayboluşuna gebedir.
Şimdi yine yağıyor, Nihal’im,
Fakat bu yağmur eskisi gibi değil. Artık rahmet değil, bir hicran yeli.
Gönlümde, parçalanmış bulutlar gibi, tanımlayamadığım hüzünler savruluyor.
Ve ben, o eski sırrın ardından bakakalıyorum.
Sana, kendi ellerimle yarattığım ve sonra kaybettiğim o ilahî aynaya soruyorum:
“Ey Nihal’im, sen ki benim eserim ve sırrımsın, şimdi neredesin?”
Ve içimde bir söz yankılanıyor: “Arayan, aranan olmadıkça, bulduğunu sanma.”