1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma

Dağların kalbi çarpıyor uzakta,
güneşin alnı kızıl bir dua gibi dokunuyor karın beyazına.
Mor çiçekler sessizce açıyor toprağın nabzında,
her biri göğe uzatılmış bir kalp atışı gibi...
Rüzgâr, dağların eteklerinden geçerken fısıldıyor:
“Yavaş ol insan, toprağa basarken düşün,
burada nice dualar gömülü,
nice gözyaşıyla yoğrulmuş bir ömür var.”
Bir çiçeğe eğiliyorum —
köküyle konuşuyorum.
Bana diyor ki:
“Ben de toz idim,
bir yağmurun merhametiyle dirildim.”
İşte o anda anlıyorum,
hayat büyümek değil,
şükürle yeniden filizlenmekmiş aslında...
Gökyüzü mavi bir rahmet,
bir leylek kanat açıyor;
karşısında diğer leylek, gagasında sevda taşıyor.
Birbirlerine dokunmadan, kalpleriyle selam veriyorlar.
Yuvanın tam ortasında bir sessizlik doğuyor,
öyle saf, öyle insanca…
O an fark ediyorum:
sevgi, ses değil, sadakatle susmakmış bazen.
Yuva dediğin, iki kalbin secdesiymiş.
Bir çiftçi görünüyor ufukta,
elleri nasır, yüzü toprak kadar huzurlu.
İki öküzle, sabanı sürüyor ağır ağır.
Her adımında dünya yeniden doğuyor.
Toprak çatlıyor,
ama bu çatlak acı değil —
rahmetin doğum sancısı.
Saban, kalbin üstünden geçiyor sanki;
bir yanda geçmişin tövbesi,
bir yanda geleceğin umudu.
Rüzgâr alnındaki teri okşarken,
o hiç şikâyet etmiyor.
Çünkü biliyor:
emek, dua gibi sessizdir,
ama gök onu hep duyar.
Bir yamaçta çadırlar kurulmuş,
çocuk sesleri koyunların meleyişine karışıyor.
Kadın, tandırın başında ekmek pişiriyor;
bir elinde hamur, diğerinde huzur var.
Küçük bir çocuk keçi yavrusunun peşinde koşuyor,
ayakkabısı yok ama kalbi gülüyor.
Bir adam, dağın yamacında oturmuş,
rüzgârın yönüne bakmadan nefes alıyor.
O çadır, yoksulluk değil,
kanaatin sarayı gibi duruyor orada.
Rüzgârla dost, toprakla kardeş, gökle bir.
Sonra taş bir duvarın dibinde,
yaşlı bir adam görüyorum.
Elinde baston, dizine dayamış bir ömrü.
Gözlerinde bin hikâyenin sessizliği var.
Bir tebessüm dokunuyor dudaklarına,
rüzgârla konuşuyor sanki:
“Evlat,” diyor, “hiç acele etme.
Yaşam, vardığın yer değil,
giderken taşıdığın kalptir.”
O an içimde bir şey duruyor,
bir şey doğuyor yeniden.
Gözlerim doluyor,
çünkü anlıyorum:
biz hiçbir zaman topraktan uzaklaşmadık —
sadece kalbimizi susturduk.
Dağlar hâlâ yerinde,
çiçekler hâlâ dua ediyor,
leylekler hâlâ sevdalarına dönüyor,
çiftçiler hâlâ sabır ekiyor toprağa,
çadırlar hâlâ rüzgârla konuşuyor,
ihtiyarlar hâlâ bilgelik kokuyor.
Sadece biz, sessizliğin dilini unuttuk.
Ve işte o an içimden bir ses yükseliyor:
“Ey insan,” diyor,
“yeryüzüyle konuş kalbinden.
Çünkü o seni hâlâ dinliyor.
Affetmeye, yeniden diriltmeye hazır.
Yeter ki sen, onunla kardeş olduğunu hatırla.”
Bir kuş kanat çırpıyor gökte,
bir ot filizleniyor toprakta,
bir çocuk gülüyor,
bir yaşlı dua ediyor…
Ve dünya bir anlığına susuyor,
sanki hepimiz aynı nefesi alıyoruz.
İşte o an biliyorum,
medeniyet taşla değil,
kalple başlıyormuş.
Bir kalp dirildi mi,
bir şehir nefes alır.
Bir şehir nefes aldı mı,
bir medeniyet yeniden doğar.
Erol Kekeç/03.11.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (3)