0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
ÜÇ KAPININ HİKMETİ – Nihal’im İçin
(Bir aklın, bir nefsin, bir kalbin sınavından…)
Kapı çaldı…
Nihal’im açtı…
Gözlerinde tufan, dudaklarında eski şarap tadı…
“Gel” dedi, “ama ruhunu da unutma yanında…”
Girdi bir erkek;
Yalın bir kalple, yaralı bir akılla.
Dünyanın terazisi bozuktu hâlâ,
O hâlâ adalet arıyordu…
Yan kapıdan başka bir kadın bakıyordu sessizce;
Gölgede duran, şahit ama kelimesiz…
Gözleri soruyordu:
“Seninle gülene mi güvendin,
Yoksa seni ağlatana mı bağlandın?”
Üç kapı karşı karşıya…
Biri şehveti çağırdı,
Biri sadakati susarak sordu,
Biri kendi iç sesiyle konuştu.
Erkek dedi ki:
“Nihal’im, evlen benimle,
Gör beni, sahip ol, dokun bana, tamamlanayım!”
Ama konuşan aslında geçmişin kırık bir çocuğuydu,
Soğuk odalarda, bir bebeğe sarılarak ağlamış…
Erkek sustu…
Çünkü bildi ki:
Her şehvet, şefkatten doğmadıkça
Nefsin karnında zehir taşır.
Ve her “beni seç”
Gerçekte bir “bırakma beni” çığlığıdır.
Gönlüne sordu:
“Bu aşk mı, yoksa yanıp duran bir bataklık mı?
Bu beden secdeye mi gider, yoksa yıkıma mı?”
Kalbinden bir ses geldi:
“Ey yolcu!
Kapılar çoktur ama her kapıdan geçilmez.
Bazısı altındır, altından geçersen cehennem başlar.
Bazısı çamurdur ama secdeye götürür.”
Erkek geri çekildi.
Ne cenneti seçti ne cehennemi.
Nefsiyle değil, ruhuyla konuştu:
“Nihal’im, eğer beni sevdiysen bekle,
Beni görmek istersen yakma,
Dokunmak istiyorsan dua et.
Çünkü ben sevişmek için değil,
Secdeyle çoğalan bir yolda yürümek için geldim.”
Zaman geçti…
Kapılar yeniden çaldı.
Ama bu kez aşk,
Yanan nefsin değil
Yalın bir kalbin elinden tuttu Nihal’im’i.
Çünkü bazen en büyük birleşme,
Hiç dokunmadan birbirine secde etmektir.
Ve en derin aşk,
Bir bedenin değil,
Bir sabrın örtüsüne bürünendir.