6
Yorum
26
Beğeni
5,0
Puan
314
Okunma
Ekim…
Ah, nasıl da geçiyorsun yine omuzlarıma usulca,
Sanki biri adımı söylemiş de dönüp bakmaya utanmışım gibi.
Ne çok susuyor bu ay, ne çok hatırlatıyor
Unuttuğumu sandıklarımı.
Bir rüzgâr geçiyor, ardından düşen bir yaprak…
Ve ben, elimde kahve fincanı,
Henüz içmemişken bile bitmiş bir hüznün
Sıcaklığıyla bakıyorum pencereden.
Yine kimsenin bakmadığı bir yerden
Diyorum ki;
Yine mi aynı pencere...
Sonra gülüyorum…
Çünkü alıştım artık kendime cevabını bilmediğim sorular sormaya.
Evet evet,
Ben sadece soruyorum artık.
Güneş, perdenin ucuna dokunup geri çekilirken
Yaramaz bir çocuk gibi.
Seviniyorum bazen, öylesine.
Sebepsiz.
Raflara reçeller dizer gibi anılar diziyorum kalbime,
biri vişneli, biri buruk, biri çocukluğum gibi tatlı.
Bazısının kapağı sıkı kapanmıyor,
Taşan hüzün kokuyor o kavanozdan.
Ekim…
İnsanlar seni soğuk sanıyor,
Oysa sen en sıcak ayrılıklarsın.
Bir bakışın sonbaharı, bir vedanın iç çekişi gibisin.
Sen kimsenin bakmadığı yerden güzelsin aslında.
Bir kadın gibi, susarak anlatıyorsun her şeyi;
ve ben anlıyorum seni,
çünkü ben de kelâmsız anlatıyorum.
Hep aynı şeyler fısıldanıyor
her Ekim’de;
"Geçiyor."
Ne sevinç kalıyor, ne keder.
Sadece insan kalıyor,
biraz yorgun, biraz inanmış,
ama hâlâ umutla.
Ve her defasında,
yeniden yeşerecek bir baharın
ismini fısıldıyor rüzgâr…
5.0
100% (13)