11
Yorum
38
Beğeni
5,0
Puan
625
Okunma
Bozkırın pullu iniltisi döker gölgesini toprağa,
Zamanın suskun nabzı çatlar her satırda.
Her cümlede bir kıymık gizli, kızıl puslu,
Tuzla kavrulmuş bir dilde hâlâ titreyen iz.
Kelâmın ardında, uykuda bir çağ bekler.
Belki bugün, zamansız takvim yaprağı açılır,
Kardeşler, tenin yorgunluğuyla murassa taşlara dayanır,
Yağmurun nefesinde demlenir hûr bir an
Sırlar, bedenin çeperinde cevher gibi yanar.
Bir anda duvarda sada eden o eski ses,
Sonbaharın en keskin yüzünde sızlar,
Gökyüzünün en unutulmuş dalında titrek,
Ağrılı bir an gibi içimde kıvrılır.
Bugün, belki zamanın kendini unuttuğu gündür,
İnce ince süzülen nehirlerde geçmiş konuşur,
Sessiz çığlıklarda gizli nukte büyür,
Gece, damarlarıma bedenin yorgunluğunu yükler.
Dervişler, zamanın diline alışkın,
Kırlangıç kuyruklarıyla kalabalığa süzülürler,
Kır çiçeği kızların gözleri, çocukluğa açılır,
İnci gibi saf, düş gibi kırılgan.
Burada kökler suskun, yaprak düşürmez,
Fakat ışık, teni oyar renk renk,
Hatır uyanır,
Aşıklar düşlerle tanışık,
Ay ışığında titreyen sır gibi sahici.
Dizin, ritmini kaybetmiş bir şiir arar,
Saçakların arasındaki düğümde unutulmuş bir hareket.
Ölüm, sessizliğe sığınır,
Beyaz perde arkasında sarsılan gölge.
Bir menekşe al eline, vakti geçmiş bir düş gibi,
Her dokunuşunda zaman silinir,
Bir aynanın önünde dur,
Tenin, geçmişle göz göze gelir.
Gülüşteki gamzendir o eski masal,
Hayatın en derin yerine sinmiş,
Su gibi yavaş...
Rüzgârdan yaprağa süzülen.
Çocuklara anlatılan masallar gibi uysal,
Ama sabır zamanı hürleştiğinde,
Ateş savrulur dilden,
Ve ışığın sönmeyen yüzü
Yücelerde ışıldar.
Belki bugün, zamanın eğildiği bir gün,
Nağmelerin çatlağında savrulan küller.
5.0
100% (14)