1
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
172
Okunma
Zamanın rüzgârı yaralarımı okşarken,
Bir el uzandı, tuz serperek üzerine…
Şefkatsiz, merhametsiz, hoyrat bir el,
Geçmişin küllerinden bir volkan yükseldi yine...
Kuşlar geçti, yuvaları paramparça,
Bir iklim aradılar, kanatları yolunmuş…
Gökyüzü bile artık bir tuzak gibi,
Özgürlüğü gömdü, yıldızları solmuş...
Bütün acılar sırtıma yüklenmiş,
Her biri bir hançer gibi saplanıyor.
Ama ben eğilmedim, eğilmeyeceğim,
Bu yürekte sabır, taş gibi duruyor...
Ben, rüzgârın unuttuğu bir nehir gibiyim,
Sonsuzluğa akarım, suskun ama derin…
Kendi içinde çağlayan, yıkan,
Ve yine de bulanıklığını gizleyen...
Ey zalim! Senin kanat kıran ellerin,
Kendi uçurumunda savrulacak bir gün.
Her yılanın yuvası kendine mezardır,
Sen, kendi kuyunda yitip gideceksin...
Ben, yaralarıma düşen her tuzu,
Bir sabır taşı gibi içimde sakladım.
Ne kahırla baktım, ne beddua ettim,
Her acıyı umutla yoğurup sardım.
Ey hayat, ey zaman, ey zamansızlık,
Ne kış beni öldürdü, ne fırtına savurdu.
Ben, fidanın kökünde saklı bir baharım,
Yeşerir ve büyürüm, hiç sorulmadan...
Gökyüzü mavisini kaybetse de,
Yıldızlar bir bir sönse de gece…
Bir kuş kanatsız da hayal edebilir,
Ben de umutsuz yaşayamam işte...
Ey yüreğim, sabır kaleni sarsma,
Ne acı sonsuzdur, ne zalimler baki.
Bir gün adalet bir güneş gibi doğar,
Ve yüreğin, umudun selinde yıkanır...
Erol Kekeç/02.02.2025/Sancaktepe/İST