1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
358
Okunma

Yaşlılık elbisesi bol geliyor hâlâ,
Bir türlü dolduramıyor içini…
Boş kalan yerler
“Eksik kaldın!..” diyorlar ona…
“‘Yaşlı kadın’a tamamla kendini…
Çok şakrak kaçmadı mı o kahkaha..?!”
“Kim koymuş bu kuralı..?!” diyor
Ruhuna bu giysiyi giydirenlere…
“Ordan burdan niye çekiştiriyorsunuz beni?
Yaşlıysam benim yaşlılığım, size ne!..
Bu çanta benim çantam,
Bu eller benim ellerim değil mi?!
Bir sınırı mı var yaşın;
O sınırı aşınca
Benim olan her şeye ortak eden sizi,
Çitlerimi talan eden,
Sevimli bir kediye benzeten beni..?
Ben o kadınım hâlâ…
Kalpleri hoplatan bir zamanlar,
Kaldırımda yürürken, ortalığı ayağa kaldıran…
Yolun farklı bir yerindeyim sadece,
Farklı bir evrede…
Böyle bir şefkâti hak etmiyorum ben!..
Acımanın sınırlarından içeri taşacak kadar
Kocaman böyle…
Beni kaybedecek kadar içinde…
Kalp hoplatan o kadını koparıp atan içimden,
Bir gölgeye çeviren beni…
Bu elbise uymuyor ruhuma,
‘Yaşlılık’ denen bu kalıp…
Şeklimi çalıyor benden,
Boş bir çuvala benzetiyor beni.
Ben seçeceğim bundan sonra o elbiseyi,
Kendi yaşlılığımı giyineceğim!..
Şeklimi belirginleştirerek
Var edeceğim onda kendimi.
Korkmayın, örtmeye yeter beni elbisem…
Üstümden dökülmez,
Bana zorla giydirdiğiniz gibi…
Kahkaha atmama engel olmayacak elbisem…
Hiçbir sınır koymayacak
‘Önceden olduğum o kadın’la arama…
Bulutlardan fal tutacağım O’nun gibi,
Islanmaktan korkmadan yağmurda yürüyeceğim.
Sınır çizgisi olacaksa,
Sizinle olacak sadece aramda…
Bana dokunamayacaksınız artık kolay kolay öyle…
Sevemeyeceksiniz beni,
Minnoş kedinizmişim gibi…”
5.0
100% (2)