3
Yorum
20
Beğeni
5,0
Puan
1794
Okunma

Dar ağacında doğduğum vakit yazdımdı
yağmursuz kentlerin saçak altı sancılarını
Avuçlarında biriken kirleri, yüzlerine çarpıp aminlediğinde insanoğlu
Kuruyordu bulutta damla, nehirde su.
Urgana üfleyen bir meczuptu beni ilhamın eşiğinde tutan,
“yaz” dedi bana, yaz ki ciğerine hava, kalbine acı dolsun
Dolsun da yaşa…
İlmeğin hikayesini dinledim ilkin
Son nefesi kılcallarında tutan ilmeğin suskunluğundan mânâ sezdim.
Kayıt düştüm parşömen parçasına, teşrinlerin son günleriydi.
Bir zamanlar ki el dokuması yün deve heybesinde kente girdiğinde
Narin kadın ellerinde kendirin,
ince ince sonra kalın kalın örüldüğünü
Kaçak kervan yolcusunun çöl yanığı boynuna sarıldığını
Hay diye diye can dilenen mücrimi, anlattı sağ yanıma,
Solumda başka bir acının şerbeti vardı.
Öznesi mezatta satılmış edilgen kalabalıklar arasından
yürüyüp gittim öylece
Yorgun ve susuz geçtim derbentleri
Taş oyuklarda geceledim
Ateşim, meşalem yoktu
Korkmadım vahşilerden, kendi gölgem kadar
Belleğimin simsiyah bir köşesindeydi bilgisi nere gittiğimin
Elimde ne harita ne çizilmiş bir rota…
Ayaklarımda açılan yaralardan kan ve irin sızıyordu
Kantaron yağından bir ecza sürdüler bir handa,
Atın nerede diyorlardı, atsız mı çıktın bu yola.
Binitim bedenimdi oysa,
Rahvan yürüyüşüm yoktu
Dört-nal bilmezdim
Tulparlar epeski devirlerde kalmıştı.
Bulgur aşı ve bir tas ayran koydular önüme
Belimdeki kılıca ve deri kınında taşıdığım hançere güldüler.
Bir kıyıcı olamayacak kadar fakir ve aciz buldular beni.
Nar bahçeleri sıra sıra bir şehirden geçerken
Nar verdiler elime,
Tadına kandım, çokluğa imrendim.
Ağacı görmedim, toprağı saymadım.
Bir su başını tuttum gide gide
Su aklımı aldı, bent kurdum üstüne.
Çubuk içerken suyumu seyre daldım,
Sesinde şiirler yıkayıp, pırıltısında meşk eyledim.
Sonra bir gün usandım bütün bunlardan.
Yolcuydum ben
ki vazifem yürümekti.
Başına kuşlar tüneyen mecnunla
leylaya kasideler söylediğimiz günlerin aylaklığıyla
Bedevi çadırlarında göz süzdüğüm çengilerin işvesine aldandım,
Sazende nağmeleri, hanende meyanları içinde kâm almanın muradında rint oldum.
Bir yolcu olduğumu bilmiyorlardı ben de unuttum.
Kervanını bekleyen bir tüccar sandılar beni
Gümüş ve altın keselerini kuşağımda sandılar.
Görkemli bir çadırda uyuttular, uyuttular beni.
Uyandığımda ne üstümde çadır vardı ne belimde kuşak.
Deri kılıflı hançer kayıp, en yitik kendim idi.
Pusulasız yürüdüğüm sahralarda yıllar geçti,
Beni kutsadılar her mahalde,
Yürüyen yol alırdı, varırdı menzile amma…
Ben yola mahkum idim….
Veya yolu bitiremedim diye mahkum edildim.
İşte o gün ki yol bir dar ağacına çıktı,
Tuttular kollarımdan, yüzüme okundu hüküm
Yağlı urgandan ilmeği, geçirdiklerinde boynuma
narin kadın ellerinin sıcaklığı değiyordu tenime
Hancı, konakçı, bedeviler, çengiler,
Nar verenler ve su bendi seyretmedeydi beni.
Son sözümü sordular:
Yazılsın hikayem dedim...
OLCAY GÖKÇE (2020 AMASYA/ARALIK)
5.0
100% (8)