3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1036
Okunma
Sen, üzerinde güneşin kızılı serili
Tılsımlı bir dua gibi dalgaların aynasında
Bakıp bakıp kendini seyredersin ne garip!
Yitip gider kollarında mavisi denizlerin
Hep aynı tempo, hep aynı hüzün içinde
Kıyılara tekme vurur kekik kokulu şırıltılar
Sürüklenir bir çırpıda ezilerek saltanatından
Yorgun yürekleri çil tutar mercanların
Son nefesinde, buharı başındayken yıldız bulutlarının
Silip fırlatır omurgasından inleyen küllerini.
Sıyrılır incisi kan kokulu terlerinden
Uçurum soluklu yaşlı bir bahar
Dipsiz umutlarla sarılır karanlığın korumasına.
Yarısı yerde, yarısı derinlerinde asılıyken denizin
Artık kendini tanımıyor aşk.
Şurada, yapayalnız duran asırlık çınar
Aynı bedende yaşar iki ayrı dünyada gelgit gibi
İçi boştur aslında o devasa gövdenin, yüreği kahır dolu.
Çünkü kucak kucağadır kolları ceset torbalarıyla.
Sağ yanı şans dağıtan yalanlarla örülmüş.
Sol yanı küf kokulu perdeler ve serçeler ve diğerleri
Aldırma, hep sorarlar söyle kaç yaşındasın?
Daha kaç yıl dayanacak bu ömür?
Toprak sararken her gece ölü yapraklarını
Duvarlar kâğıt kâğıt, anılar çoktan yitirdi akışını.
Başında sis, eteğinde serin bir ırmak yaşar.
Derin derin çağıldayıp inlerken dağların dağı
Şair kendine saplar kan tüküren bıçağını.
Basıp sarsak rüzgârları bağrına,
Toplayıp durur inişi, çıkışı ve yokuşları
Tanığı olmayacaksın esmer küflerin
Törelerin, isimsiz düşlerin ağlarına takılırken ay ışığı
Ama belki zaman kadar eski öykülerle ışınlanıp,
Otanır Eleni’nin hıçkırıklarıyla yaraların
Alanya’dan Damlataş’a belki de,
Yeniden yeni bir efsane yazılır adına kim bilir!