Merhaba şaré Sen geçip gidiyorsun Çıldırmaya başlıyor bir şeyler Mesela A,b ve sonrası
Sırt sırta en sağlamından bir susa sokulup Yokluk diye sorular uyandırıyor dudakların Birden ardına düşüyor sular Etek uçlarında birikintilere dalıyorum
Sonra bir harfi yamacıma çekip Sakinleştirmeye başlıyorum Ve yüzümden fikrim Sakiniyle yıkanmaya iniyor Sersem bir serinlik dönüp dönüp Tenime düşüyor
Aramızdan bir ses geçiyor Eylül biraz biraz kaldırımlara sokuluyor hani Işıklar aldanıyor bir süre Oysa daralıyor hüznüm ayıkmadan Üşüyüp geçiyorum her şeyden
Gün doğasıyla sen öyle sessiz Ağsız bir kılıfa sarılı geceyle ben Öyle densiz Durdurulmuşuz sanki eğeri kopuk zamandan Düşürülmüşüz belki de
Hışırtıdan kurtulup çalınıyoruz Bak şehir dinliyor bizi
Rüzgarın elinde Bir gece bir ses ve en eskisinden Bir hayal koşturuyoruz arsızca
Dokuzunda haznesinden bana gülümsüyor Solumda bir heyelan içimi okuyorum Aramızdan biz geçiyoruz uzunca bir süre Olmuyor soluklandırıyorum harfleri
Sonra yalın ayak geçiyorum sokağından Titriyor ellerim düşüyorum Başıma aşk geçiyor..
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
geldim yine şare/şiire merhaba kaç gün oldu bilmiyorum yüreğim bu şiire/Şar'a değeli kaç gündür kulağım asılı duvarında
biliyor musun Şare en uzak diyarlar kadar yakınsın bana sevmek diyorlar hani mesafeleri ortadan kaldırmaya geldim işte ne dağlar ovaladım ne gurbetler öldürdüm sana çok şey bekleme olur mu heybem ufak, heybem yırtık çok şey sığmıyor içine ve sen hâlâ yalnızsın, tek Şare
gidiyorum şimdi ama gelirim yine unutursa hatırlat olur mu Şar söz verdi bana sessiz bahçeme ses olmaya!
eyvallah abim adımızı ne güzel anmışsın öyle mahcubuz okunduk diye yeniden yaralanıyoruz farkına vardık diye eyvallah eyvallah
can’a yazarsın onun dışındaki bütün kadınlara gider ha o’mu O da gider
bilmek fezadır çoğu zaman arzdır aleni azınlıklar gibi ürkektir yağmur sonrası bir tenhayı kendine dolar kokuya ve düşünceye düşer adı
misalden habersizdir ha ayakları alışır harflerin hep onunla gelirler aklıma közden kül seçen bir zattır failim der ve geçersin geceyi
ağzındaki cümle içine düşer yüreğin duyma belirtisi sızı değil mi aynı kadehe dol diye ezdirmedim mi içimin üzümünü vurmadım mı bağımı, bağcımı diyesin gelir
koştuğum her yer de tırnağı kırık harfler karşılıyor beni bir mananın soluk renginde dudakların içli içli yadırgıyorum gözlerini üşüyorum bin telve yumağıdır oysa gözlerin biliyorum görüyorum
sabahları gözlerinin altından bir geceyle çıkardı sokağa ve ülkemin bütün şehirlerini kirpiklerinde saklardı bir ben uğrayamazdım o şehirlere
sahi saçlarına sonbahar uğrar mıydı şaré değişirken mevsimlerin kirpiklerini bir bankta bütün düşlerinle bıraktıktan sonra topuklarının sana kızdığı olur muydu hiç
imamesi incinen o harflerin ima ettiğin yer birde sürekliliği olmayan o tanrı kesik hükümler
bir de gözlerin var şaré hiçbir ülkenin görmediği bir devrim gibi bakma öyle yüzündeki gökten bahsediyorum biliyorsun işte içine ruh akıtan bir neslin isyanı gibi
oysa ne çok ekşiyen düş var ardımızda hiç dönüp baktın mı şaré
sırt hatlarını ezbere bildiğim o gitmelerinin küfür kokan yanlarını saklıyorum her gece
içliğimden sızmasın diye her harf arasına kendir dolayıp ağzımı adınla sıkmam bir ikametgah sebebi değil de ne
yok şaré bildiğin gibi değil ateş olan bendim hata da burada ben kendimle oynadım
ve ben şimdi öyle yalnızım ki şaré bir şişe yağmur açsam bütün şehir ıslanacak biliyorum.
eyvallah abim adımızı ne güzel anmışsın öyle mahcubuz okunduk diye yeniden yaralanıyoruz farkına vardık diye eyvallah eyvallah
can’a yazarsın onun dışındaki bütün kadınlara gider ha o’mu O da gider
bilmek fezadır çoğu zaman arzdır aleni azınlıklar gibi ürkektir yağmur sonrası bir tenhayı kendine dolar kokuya ve düşünceye düşer adı
misalden habersizdir ha ayakları alışır harflerin hep onunla gelirler aklıma közden kül seçen bir zattır failim der ve geçersin geceyi
ağzındaki cümle içine düşer yüreğin duyma belirtisi sızı değil mi aynı kadehe dol diye ezdirmedim mi içimin üzümünü vurmadım mı bağımı, bağcımı diyesin gelir
koştuğum her yer de tırnağı kırık harfler karşılıyor beni bir mananın soluk renginde dudakların içli içli yadırgıyorum gözlerini üşüyorum bin telve yumağıdır oysa gözlerin biliyorum görüyorum
sabahları gözlerinin altından bir geceyle çıkardı sokağa ve ülkemin bütün şehirlerini kirpiklerinde saklardı bir ben uğrayamazdım o şehirlere
sahi saçlarına sonbahar uğrar mıydı şaré değişirken mevsimlerin kirpiklerini bir bankta bütün düşlerinle bıraktıktan sonra topuklarının sana kızdığı olur muydu hiç
imamesi incinen o harflerin ima ettiğin yer birde sürekliliği olmayan o tanrı kesik hükümler
bir de gözlerin var şaré hiçbir ülkenin görmediği bir devrim gibi bakma öyle yüzündeki gökten bahsediyorum biliyorsun işte içine ruh akıtan bir neslin isyanı gibi
oysa ne çok ekşiyen düş var ardımızda hiç dönüp baktın mı şaré
sırt hatlarını ezbere bildiğim o gitmelerinin küfür kokan yanlarını saklıyorum her gece
içliğimden sızmasın diye her harf arasına kendir dolayıp ağzımı adınla sıkmam bir ikametgah sebebi değil de ne
yok şaré bildiğin gibi değil ateş olan bendim hata da burada ben kendimle oynadım
ve ben şimdi öyle yalnızım ki şaré bir şişe yağmur açsam bütün şehir ıslanacak biliyorum.
Ayak seslerini fark edince mumlar aramıza devrildi Kül ayaklandı sanki zamanı dolmuşçasına İçimden bir şeyler tırmanıp savruldu yüzüme Gel dedi gidemedim
karanın göğsüne oturmuş sarı bir salgın gibi dolaşıyordu gözleri
nasıl dedi
dedim ki gözleri aç bir şairin iştahını kabartacak kadar harf yüklüydü
sustu bende sustum
bu yokluktan mıydı her sokakta kirpiklerimi düşürmem parmaklarıma kazınan tanrısal desenler gibiydi gözleri ve ten ayrığından yeşil hatlar sunardı içsel dürtüler kim bilir derisi alınmış harfler kazıdım sırtıma ki ardım kalabalık bir harf sessizliği
ne uçuk düşlüyorum seni ve sen mirim af et beni seni yazacak kadar inançlı bir cümle olduramadı benliğim
Ayak seslerini fark edince mumlar aramıza devrildi Kül ayaklandı sanki zamanı dolmuşçasına İçimden bir şeyler tırmanıp savruldu yüzüme Gel dedi gidemedim
karanın göğsüne oturmuş sarı bir salgın gibi dolaşıyordu gözleri
nasıl dedi
dedim ki gözleri aç bir şairin iştahını kabartacak kadar harf yüklüydü
sustu bende sustum
bu yokluktan mıydı her sokakta kirpiklerimi düşürmem parmaklarıma kazınan tanrısal desenler gibiydi gözleri ve ten ayrığından yeşil hatlar sunardı içsel dürtüler kim bilir derisi alınmış harfler kazıdım sırtıma ki ardım kalabalık bir harf sessizliği
ne uçuk düşlüyorum seni ve sen mirim af et beni seni yazacak kadar inançlı bir cümle olduramadı benliğim
Sen gidersen… Köyü boşaltılmış bir çocuk gibi anlamsız çıkarım yolculuklara
Bir ihtiyar iniltiye uyanıp hüküm ve sual aralığında kapanır tüm geçirmişliğim Ve birden çıtırdar zaman yanık topacımın gölgesinde Altında kül barınıyor tırnaklarımın nicedir Sonra ala bildiğince koşuyor gözlerim Bildiğim bütün tanıdık kelimelerin Altına ellerimi sokuyorum Damağıma sesler dayıyor Kokusuyla eş bir gez yanığı Farkına parmaklarım varıyor önce zaman gülümsüyor
Ve ben ne zaman dönüp baksam külü de güzelleşiyor gözlerinin
İçimden içeri giremiyorum o söz den beri Dudaklarımda oturan onca çirkin kahkaha Taşıyor artık hat yollarıma Ve hiçbir harfin kabullenmediği O sır artık ısırıyor tenimi İçimde yadırganan o iskemleye Artık küllerini koyuyorum Hadi sen ve ay girin içeri
Soran olursa iki tanıdık kelimenin altına girip bir türlü kaldıramadığım bir ses rengiydi adın derim
Sen gidersen… Köyü boşaltılmış bir çocuk gibi anlamsız çıkarım yolculuklara
Bir ihtiyar iniltiye uyanıp hüküm ve sual aralığında kapanır tüm geçirmişliğim Ve birden çıtırdar zaman yanık topacımın gölgesinde Altında kül barınıyor tırnaklarımın nicedir Sonra ala bildiğince koşuyor gözlerim Bildiğim bütün tanıdık kelimelerin Altına ellerimi sokuyorum Damağıma sesler dayıyor Kokusuyla eş bir gez yanığı Farkına parmaklarım varıyor önce zaman gülümsüyor
Ve ben ne zaman dönüp baksam külü de güzelleşiyor gözlerinin
İçimden içeri giremiyorum o söz den beri Dudaklarımda oturan onca çirkin kahkaha Taşıyor artık hat yollarıma Ve hiçbir harfin kabullenmediği O sır artık ısırıyor tenimi İçimde yadırganan o iskemleye Artık küllerini koyuyorum Hadi sen ve ay girin içeri
Soran olursa iki tanıdık kelimenin altına girip bir türlü kaldıramadığım bir ses rengiydi adın derim
biz elleri nasırlı yüreği yaralı sevda kelebekleriydik hangi çiçeğe konsak çiçek soldu dili lal oldu açmadı bir daha
biz sevgiyi hep hayellerde yaşadık umut ettik bakışını gülüşünü yüreğimizde dimdik oluşunu
oysa içi boş çeketler di kollarında sabahladığımız adamlar başımızı okşayacak elleri bile olmayan erkekler şimdi diyorum ya biz çok erken tanıştık aşkın yakıcı tadıyla sandıklarda kilitli kaldı umut çiçeklerimiz ne bahçıvana hesap sorabildik nede o bagı terkedebildik
yoktu bagcının suçu her üzüm koruk olmaz der di annem bizim üzümümüz ise hep yapraga saldı kendini hayat deyip derin bir iç çekip geçtik attık bedenimizi dikenli teller ortasına kanadık kanatıldık yer ile yeksan edildik
Meyilim kırıntılarınaydı o serçenin gözleri olmasaydı . . .
Çıkıp kendi üstümün başına düştüm kaldırımlara anımsayamadığım sebepli sebepsiz aldanışlarımla üstelik
yol özürlü kul zarifi devrilen duygunun zihin yırtığına saklı cümleler yırtığına aşikâr bir dille secde ediyorken kulak ve boyun arası tanrısal bir titremenin paçalarına saklanıyordum üstünü bir kaç adımda düşürmüş bir zamanın teninde yürüyordu tanrının öteki kulu ya da ben öyle bilmekle meşguldüm…
sonra, birden ardımı ardına sürdüm. avuçlarımın çukurunda tırnaklarıyla çiğnenmiş hikâyesini üzdüm, tanrımın.
kaç defa lokmaladım sorularımı yutkunamadım, bilmiyorum.
tenimin dudaklarında toplu haliyle akıp giden yabancı hırsım ve bir de pulunda salya küfü zarfımı alıp adındaki hıncıma durdum…
sonra bir bir çağırdım mahremin gözlerine hizalar kırkına uzanıp mesafeleri yüzlerindeki ezikliğin kokusuyla savuştururken duraksadım…
dilimin tenhasında kaç defa sulandım keşke susaydım ucunda zamanın dedim ıslığının da dişlek bir tanrıyı yitirdim taşına bulaşan o tadın tadını unutarak sonra zihnim ayaklarımı giyindi özrü üstüne verilen sözün hakkına fikrime yaslanmayan kusuruma sırt verip aksayan mevsimleri geçip ruhumu topuklarıma gizledim
zemin ağırlığıyla basılı topuklarım sancırken kendine fikrin amaçsızlığına yürüdüm ve yürüyordum gülen şehir tın duygusundayken tanrısı eksik soytarılar sezdim biraz daha ezdim bağrında büyümediğim şehri.
-zihin atlasından inmeden kırbaçlanan fikrim ak sağanıyla yasta kendini kendine unutturun topuk ağrısı emrinde yolcu olmaya başladım ve artık sorgulamıyordum geçerek geciktiğim güzergâhları . parmaklarımı büküp üstündeki derisini ısırıp çukuruna salıverdim. ardında bıraktığı seyrek rüzgârı dolduruyorken ciğerime sinsi bir üşüme olup zarif, ince biraz da sakin ama derin bir sıyrıkla öpüp öldürüyordu iblislerimi
adım adım yol beslerken, bitiyor, bitiriliyordum. sözümün yol başlarına saklanıp dişlerime süzülen boğazı kesik bir bağırış peyda oluyordu bir den sol veya sağ diye hüküm bekliyordu gözümün ferini fes ederek sonra damağını kazıp yükünü soluma atıyordu sağım boşaltmak için içinin içini
. ama telaşın yolu bitiyordu. basılacak zemin dur diyordu bana. bir süre dur yabancı
ağlak adımlarını çek tenimden ve düşüncesinde kararlı olduğu ihtimalini sezerken biz aldanmıyoruz ve kendi tenime eziyetim devam etsin diyorum zihin hevesinden alı koyunca kendini sıyrılıyor bütün yavru iblisler tırnaklarımdan ve artık ardın gözükmüyor üstelik bir dediğim bir dediğime zulüm ediyor ve ağrısına mecburi bir dönüş başlıyor elimde elde edemediğim bir ben bir de sen ile kuşkulanıyoruz ve aşk neydi diyorsun içimin küçüğüne sesim hırpalayıp fikrimi o kurcalanan şehri gösteriyor ve parmaklarımın ucunda yağmur başlıyor yağan her yağmur aşk dedirtiyor ve zihnimi tırnağıma giydirip topluyorum ve biliyorum kırıntılarında sen varsın her yağmurun
Sonra güneş geliyor başucuma üstünü açık bıraktığım şuuruma hatları içinden çekilmiş yarım bir yaprağın zemindeki eğimine özenip kuruyup kalıyorum
sen gidiyorsun bu yol başaramadan bitiriliyor bu kadar karar sızısı gezinirken insani hükümler arasında onca gülücükten birinde yaşıyorum
-şimdi kendimi anlata bildiğim yerdeyim ama anlamsızlığım kolumda ve sırıtıyor
-her şeyi unutarak tekrar tekrar başladığım bu yolun binlercesinde aynı koku var bir de yokluk giyinen yaşamlar var.
ruhumla gezinen yaşamın sürekliliği sürdürürken soluğunu kuşkusuz ve korkusuz gelip yüzümde barınmaya çalışıyor sonra var ile yok ikiye bölüp kendini burun kıllarımla uzayıp bıyıklarıma karışıyor yüz kılıfımı alıp ellerime kırıştırıp kırıştırıp kesilesim var diyorum kendimden. üstelik yaşam çekişen yokluğu sefilleşen yanımdan.
Meyilim kırıntılarınaydı o serçenin gözleri olmasaydı . . .
Çıkıp kendi üstümün başına düştüm kaldırımlara anımsayamadığım sebepli sebepsiz aldanışlarımla üstelik
yol özürlü kul zarifi devrilen duygunun zihin yırtığına saklı cümleler yırtığına aşikâr bir dille secde ediyorken kulak ve boyun arası tanrısal bir titremenin paçalarına saklanıyordum üstünü bir kaç adımda düşürmüş bir zamanın teninde yürüyordu tanrının öteki kulu ya da ben öyle bilmekle meşguldüm…
sonra, birden ardımı ardına sürdüm. avuçlarımın çukurunda tırnaklarıyla çiğnenmiş hikâyesini üzdüm, tanrımın.
kaç defa lokmaladım sorularımı yutkunamadım, bilmiyorum.
tenimin dudaklarında toplu haliyle akıp giden yabancı hırsım ve bir de pulunda salya küfü zarfımı alıp adındaki hıncıma durdum…
sonra bir bir çağırdım mahremin gözlerine hizalar kırkına uzanıp mesafeleri yüzlerindeki ezikliğin kokusuyla savuştururken duraksadım…
dilimin tenhasında kaç defa sulandım keşke susaydım ucunda zamanın dedim ıslığının da dişlek bir tanrıyı yitirdim taşına bulaşan o tadın tadını unutarak sonra zihnim ayaklarımı giyindi özrü üstüne verilen sözün hakkına fikrime yaslanmayan kusuruma sırt verip aksayan mevsimleri geçip ruhumu topuklarıma gizledim
zemin ağırlığıyla basılı topuklarım sancırken kendine fikrin amaçsızlığına yürüdüm ve yürüyordum gülen şehir tın duygusundayken tanrısı eksik soytarılar sezdim biraz daha ezdim bağrında büyümediğim şehri.
-zihin atlasından inmeden kırbaçlanan fikrim ak sağanıyla yasta kendini kendine unutturun topuk ağrısı emrinde yolcu olmaya başladım ve artık sorgulamıyordum geçerek geciktiğim güzergâhları . parmaklarımı büküp üstündeki derisini ısırıp çukuruna salıverdim. ardında bıraktığı seyrek rüzgârı dolduruyorken ciğerime sinsi bir üşüme olup zarif, ince biraz da sakin ama derin bir sıyrıkla öpüp öldürüyordu iblislerimi
adım adım yol beslerken, bitiyor, bitiriliyordum. sözümün yol başlarına saklanıp dişlerime süzülen boğazı kesik bir bağırış peyda oluyordu bir den sol veya sağ diye hüküm bekliyordu gözümün ferini fes ederek sonra damağını kazıp yükünü soluma atıyordu sağım boşaltmak için içinin içini
. ama telaşın yolu bitiyordu. basılacak zemin dur diyordu bana. bir süre dur yabancı
ağlak adımlarını çek tenimden ve düşüncesinde kararlı olduğu ihtimalini sezerken biz aldanmıyoruz ve kendi tenime eziyetim devam etsin diyorum zihin hevesinden alı koyunca kendini sıyrılıyor bütün yavru iblisler tırnaklarımdan ve artık ardın gözükmüyor üstelik bir dediğim bir dediğime zulüm ediyor ve ağrısına mecburi bir dönüş başlıyor elimde elde edemediğim bir ben bir de sen ile kuşkulanıyoruz ve aşk neydi diyorsun içimin küçüğüne sesim hırpalayıp fikrimi o kurcalanan şehri gösteriyor ve parmaklarımın ucunda yağmur başlıyor yağan her yağmur aşk dedirtiyor ve zihnimi tırnağıma giydirip topluyorum ve biliyorum kırıntılarında sen varsın her yağmurun
Sonra güneş geliyor başucuma üstünü açık bıraktığım şuuruma hatları içinden çekilmiş yarım bir yaprağın zemindeki eğimine özenip kuruyup kalıyorum
sen gidiyorsun bu yol başaramadan bitiriliyor bu kadar karar sızısı gezinirken insani hükümler arasında onca gülücükten birinde yaşıyorum
-şimdi kendimi anlata bildiğim yerdeyim ama anlamsızlığım kolumda ve sırıtıyor
-her şeyi unutarak tekrar tekrar başladığım bu yolun binlercesinde aynı koku var bir de yokluk giyinen yaşamlar var.
ruhumla gezinen yaşamın sürekliliği sürdürürken soluğunu kuşkusuz ve korkusuz gelip yüzümde barınmaya çalışıyor sonra var ile yok ikiye bölüp kendini burun kıllarımla uzayıp bıyıklarıma karışıyor yüz kılıfımı alıp ellerime kırıştırıp kırıştırıp kesilesim var diyorum kendimden. üstelik yaşam çekişen yokluğu sefilleşen yanımdan.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.