1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
829
Okunma
“Yağmur ve Yalnızlık”
Avamir, geceyi delik deşik eden yağmurun altında yürüyordu. Sokak lambaları titrek ışıklarıyla ıslanmış kaldırımları aydınlatıyor, su birikintilerinde kendi kırık yansımasını görüyor gibiydi. Ağlamıyordu, aslında ağlıyordu; gözyaşları çiseleyen yağmurla karışıyor, kimse fark etmiyordu.
Çıkmaz sokaklarda yankılanan adımları, kendi yalnızlığının ritmi olmuştu. İnsanlar pencere ardında kaybolmuş, hayat devam ediyordu; ama Avamir için dünya bir boşluktu. Maskesizdi, ama kimseyi aldatmıyordu. Her damla gözyaşı, bastırılmış bir hikâyeydi—bir zamanlar sevdiği, kaybettiği, anlayamadığı…
Bir köşeye sığındı, duvarlara yaslandı. Yağmur damlaları tenini yalıyor, rüzgâr saçlarını dağıtıyordu. Sarsılmak, kırılmak… hepsi aynı anda geliyordu. Ama Avamir, bu yalnızlıkta bir ritüel bulmuştu: ağlamak. Sessizce, kimseye fark ettirmeden, kendine, geçmişe, geleceğe…
Ve sonra kalktı. Silmedi gözyaşlarını; çünkü her biri bir hatıraydı, bir yaraydı. Ama yürüdü, ıslak taşlar altında, sokakların labirentinde. Dünya yıkılmıştı belki, ama o hâlâ yürüyordu. Her adımı, acının ve yalnızlığın bir melodisi gibiydi; kimse duymuyordu ama o, kendi şarkısını söylüy
Ağlar adam,
Çıkmaz sokaklarda,
Yalancı maskelerle değil,
Sessizce, usul usul,
Dökülür gözlerinden yaşlar.
Her damla bir hikaye,
Kimi alın çizgisinde,
Kimi toprağa karışır derin,
Yaşanmışlık, yorgunluk, zamanın izinde.
Bazıları gizler acısını,
Kalabalık içinde kanar sakince,
Dimdik durur, yıkılmaz,
Çünkü ağlamak zayıflık değil.
Sevinçten de akar göz yaşları,
Hüzünle batar derinlere,
Aşkla yakar kalbi yangınlar,
Ağlayabilir adamlar da…
Ama kalkar, siler yaşını,
Tutmaz ne kinini ne de taşını.
Yıkılsa da dünya başına,
Yürür adam, dökmez gözyaşını
5.0
100% (1)