5
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
2319
Okunma

zemheriyi bahar geçen saatin dilinde
turnaların kavim göçü ezgisi çalmalı
...
suya çizilmiş güneşin çocuğu temmuz
alıştığım bütün eskiliği yıkıp
seyahatname aşkına kurmalı gökkubbe düşlerimi
ve
bayramlar kutsamış şehirlerarası direklerde
tellerin içinden geçen duygularla ağlamalı zaman
ben sana
küçücük valizlerden sarkmış gelmeler büyütmeliyim
hiçbir istasyon tanımaz beni, gölgem oturur banklarda
geçim sıkıntısı olan eskimiş türküler mırıldanıp
koyu laciverte ayaklarımı uzatıp rahatça sen olabilirim
ardından aranmak seni hep o tiyatral benliğimde
derim ki
neredesin ırmak ıslağı durgun seherim
ne olur dışarının yabancı macerasıyla anlat beni
ve gel gör
içeride sana biriktirdiğim seslerimi dinliyor suslarım
korktuğumu masalcı amcaya söylemedim
ürktüğümü hiçbir anne rüya bilmemeli
dayanabildiğim sözcüklere gebe şiirler
gerisi
tefferuat adında bir mektup karalaması
evet
yazdığım her paramparça hece kaçakçılığında
açık görüşlü yalnızlığımda görebiliyorum seni
madencilerin karanlık gözlerine sorduğum güneş
avuçlarındaki nasırla cevaplıyor beni
-sarı sıcak sevdadır.!
sonra
çıktığım yerüstü kapalı cezaevi günlüklerine
buharlı gemiler ve kara tren resimleri çiziyorum
öylesine yaralı ki yüzü koyun yatmış anılar
yaşlı bir ağaç olup dökülüyorum
sana çoğalttığım bütün benleri getirsem diyorum
bunca kırık aynalı öyküler bulvarından geçip
tesiri yüksek bir sarılmayla kasılsak dram, dram
biliyormusun
aslında bir bebeğin memeye saldırışıydı hayat
sütün yurdundan kopardılar minnacık dudakları
ve aşkın macerasında dolanıyordum o vakitler
adın kazınmış pankartın uğurlamasıyla geçtim
solu direnç açmış bir şarkının nakarat yerinden
sarmaşık dadanmış bir akşam üstü
yarı baygın tenha motelin odasında
çırılçıplak ağlıyor olabilirdi soğuk bir ayaz
kitap ayracı göğsü olan bir yolcu
kimselerin yaşamadığı otobüste
tek başına yaşadığını bilmeden gidiyor olabilirdi
aynı zaman diliminde tenine düşmüş latin baharatı devrimle
beyaz görselliğine koştuğum atların soluğuyla özlerdim seni
hadi dağlara çıkalım senfonisi kopunca kuş kanatlarında
resmiyetsiz patikaların afaroz darlığında uzanırdık yıldızlara
sağı, solu sarmışken böğörtlen çocukları
sular geçerdi kar yolundan
oy araf ortası hiçlik
oy palazlanmış umutlar
yıkılmadım ey ütopyam
çalınmamış hislerle arındım Arif Ahmet şairliğiyle
kapılar sürgünlüğe açıkken Nazım adımları attım sana
mutlu aşk yoktur dediği kadar Aragon’un
çözülememiş bir sevincin diyalekti oldum sadece
hangi yağmuru giysen ıslanır şimdi
Kaya Ahmet’in şafak türküsü
ve mahur besteyle ağlaşır
Atilla İlhan’ın müjganı
Koçero yanıtsız dilekçe olur
Hasan Hüseyin bulutlarına
yaşamak tam bağımsız dudaklarında
faşizmin yasakçı ihtilaline karşı
bulutlar ütopyam bulutlar ağlaması işte
yani
tecrite sığmamış bir ormandır hürriyet
olası direnişle sağılır yüzüme militan hasretin
budur sözcüklerle başkaldırım budur isyanım
oturup yakasına ülkenin
diğer yakasına ağıtlar iliştirmektir mesleğim
öylesine dolmuşum temmuz, temmuz
kışlıklara kaldırdığım puslu aklımda
yüreğimin fişlenmiş ozanıdır sevdan
ve besmeleyle açtığım yüzündür gözlerim
ve tırmaklarına geçen topraktır sessizliğim
ve hiçbir alıntıya uğramadan
döke, saça doğaçlamadır sana fermanlarım
...
ve kızıl sevdalar gelir kentlere ...