4
Yorum
27
Beğeni
0,0
Puan
3911
Okunma

kara kalem resmin şımarık ressamı
ayı hilal alınmış gecede
tırnaklarımla kazıdığım apansız düşün
bir kadın olup canlanışıdır
duvarın gölgelere su içirdiği vakit
daha dur
yağmur damlalarını ilikleyerek
toprağa resmen aşk yağdırdığında
sokaklara çocuk ayağıyla bastığım şiirler
her paragraf başında
sevgili gelişine
ceviz büyüklüğünde
heceler kıracak
basit bir denklemle
hayatı resimleme sanatı gece
avluda ölümü teğet geçen
yüzyılın çınar ağacı
kökünden doğurduğu masallarla
aklımı zapt edip
devlerle basacak
kül ve şarap kırmızısı göğsüme
birazdan ölürsem
yani uykunun rüya astığım yerinde
beni
derinlerin yeşilimsi bir coğrafyasına göm
ağustos böcekleri
bir karıncanın yüküyle
haziran ölüleri mektupları yazar
içlerinden birinin gözlerinde toprak
adı babam ...!
sanırım üşüdüm
dışarıda açelya kucaklamış
renksiz rüzgarın
pencereyi tıklaması
aklı yarım bir titreme ruhuma
caddelere sere serpe dağılmış asfalt
gözlerimin zifir bakmalarıyla
hep bir tekil huysuzluk açıyor
damarlarımın ırmak yanı
suya el vermiş ıslak ağzında
kahretsin
haziran ölü sıcaklığıyla
bu kentin çocukluğunu vuruyor
denize dökülen derenin dişlerinde
karşısı İstanbul kalabalığı
ve altımda buruşmuş
yarısı kırık kaçak bir fay hattı
olursa diyorum
bir tufan bir sel
hani diyorum yine
bir deprem
ölürmü çocuklar
ölürmüyüz biz
içimden geçen
bıçak sırtı düşlerim
ters tepip
girermi ciğerlerimin dumanlı ağrısına
olursa diyorum
yine betonların zemine göçü
ağustos 17
ben Yalova
Yalova yerin dibi...!
gecenin kirpiklerini
bu kentin her mevsiminde
yırtılan yalnızlıklarla ıslattığımı
geriye düşmüş
bütün sessizliklerim bilir
bu şiir gibi dağınık olsada hayat dediğin
her saklanışın bir hikayesiyle
hayatı anlamaya değer
değmezlerin değersizliği
def ettiğim bir unutulmuşluk olup
silinip gider
eski liman uykularındaki
paslanmış gemi cesetlerinin isimlerinde
artık toparlamalıyım geceyi
içinde haziran ve ölüleri
kentin sokaklarına dayanmış
etrafı üç büyük şehirle çevreli yalnızlık
geçmiş zaman çocukluğun
yedi yaşında büyümüş adamlığı
uzaklara dalgın
sevgiliye dağ başı efkarı tüttüren kurşun ağırlığı
resmiyet saklı cadde ismi tabelaları
ve evlerin önüne düşen hanımeli eflatunu
ve yeşil elma ekşisi tadında gülümseyiş
öyle ihtilal öyle rejim kaçağı mülteci susma
kente uğrak zamanlara selamsız yabancı geçişler
daha dur
takvim yaprakları rakam rakam düşer her sabahın seyrine
saatin beşinde ezan
altısında mevsimlik işçi telaşı
bariyerlere çarpa çarpa geçen
ihtiyar suretli tarih
ve içinde
parçalara ayrılmış ömürlerin seyyahı
sanmaki
eğik bir dala kurumuş hayalleri asıyorum
dört bir yanıma düşen salkım söğüt köze değiyorum
şimdi usul usul başlar güneşin konçertosu
çıplak bir kentin giyinik kalabalığı uyanır
...
gün ellerini uzatsa vakitli vakitsiz ...!