10
Yorum
29
Beğeni
0,0
Puan
2208
Okunma

ayin başlar aşk düşer kutsal sessizlikten...
döşemenin gıcırtılı sözcüklerini rehin aldım
boş beyaz hayallerden yaptığım ahşap sayfalara yazıyorum seni
keşkenin hiç uğramadığı dokunaklı harflerle gözlerine açıldım
bulanık geceden geçerek
saydam bir düşün sol yanına demirledim kayıp kentin yalnızlığını..
dışarıda
saçaklar içinde durmadan akıyor ferfecir
gözlerinin rengini sabitlediğim
ve dokunması imkansız
bir kibrit çöpü alevi oynaşıyor perdenin soyut halinde
ayrıntılar daha ilk çağ filozoflarını arşınlarken duvar yazılarında
saçlarının avuçlarıma dolduğu anı büyütüyor Nuh peygamber
dahası alev küçülüyor kibrit ucunda
ve ne filozoflar nede Nuh geldi
sana yitirildiğim zamana...
ne kadar anlıyorsun beni
yani yüreğinle dertleşirken
adımı sayıklıyor mu acaba sessizliğin
bütünüyle kavrayamadığım sen
büyüdükçe sayfaların tarihinde
üstüme kapaklanan basit bir öz güvenin altında kalıyorum
kalkıyorum
ardından saniyelere sığıyor suskunluğum
ve sonra bas bas bağırıyorum aklımın zaafında seni...
koridorun ucundan
gölgene bakıyorum yeni doğan bebeğin ağlaması gibi
o kadar saf o kadar bilmiyorum kendimi
usluca seviyorum işte
hüzünlü , acıklı , savurgan
bilgelik dağılıyor erken saatte sana uyanan gözlerime
her yer bildiğim gördüğüm öğrendiğim hayata dairler oluyor
sen uyanıyorsun sonra beynimin seyir defterinde
uzak ülkelere göçen gemilere martılar biriktiriyor yüreğin
dalga kıranlar suları öperken yakın kıyılı vakitlerde
senin ruhunda sevda soluyor kayaların yosunları...
ve yağmurlara sarılıyorum kurak düştüğümde sana
içim kışkırtıcı bir mevsimin melodram anısına sığınıyor
anlıyorsun diyorum beni artık, anlıyorsun
baktığından çok görüyorsun beni
iyi huylu bir düşün yıldızlarını topluyorum sana
seni sevdikçe içimde koşuyor uçurtmalar
bir yanım gök
bir yanım yer
ve koynuma saklıyorum gizlediğimi...
aşk suskunluğun harflerinden çıkıp gelecek sana ve bana..