13
Yorum
26
Beğeni
5,0
Puan
1417
Okunma

sonra
aniden o tuhaf sızı yine geldi
kalbim gıcırdadı
hani hüzün gibi, ahşap bir merdivenden aşağıya inmek gibi
diblerde bir yerde, karanlığın kıpırtısı gibi
gözlerim ürperdi
tuzun gölgesi canımı yaktı
durmadan ağlıyordu içimdeki o hüzünlü imge
alnımın ortasında duran
tükeniş mevsiminden gelen o ah
içimi sızlatıyor, dudaklarımı kurutuyordu
ruhumu...
sonra
dışarı çıktım
bilincimin molozlarından kurtulmam lazım
doğduğum günden beri çok birikti
bir susuşun, bir kuruyuşun ,alışkanlık yapan bir kederin
ah bu dayanılmaz hafifliğin
üzünçlü kutsallığı, ne kadar sevimsizdir
eylüle serpiştirilen hayat hep böyle renksiz midir
asırlardır aynı filmi seyreder gibi
kente bakıp bakıp esniyordu ikindi güneşi
sahipsiz bulutları yakalama sokağında
dili damağı kurumuş bir yutkunmayla durdum
haberin yoktu, sana susamıştım
kalabalık telaşların üzerinde, sefil bir gökyüzü
mesaisinin bitmesini bekleyen güneş
zamanı umarsamayan pencereler, duvarlar
işhanları, korna sesleri
kimliksiz kayboluşlara karışmış
karantinaya alınmış hayalleri
iteate güdümlü beyincikleriyle insanlar
hakkı düşleyen atmosfer durgunluğunda
içlerini zifleştirmiş tekil acıları
bahanelerine sakladıkları çoğul öfkeleriyle
benden daha kaos , daha karmaşıktı
yapayalnızdım
sabır
sabır
Tanrım
göğe baktım
gözlerimin arayışı
hani ner’de
kuşlar olmalıydı
halbuki daha demincek çocukluğumuz arkalarından koşturmuştu
sandım ki öldüm
mazimi taşıyan azrail ’daha değil’ demeseydi
sonralarımı alıp kaçacaktım
seni tanımadan ölmeye niyetim yok
sonra
seni öpüp
kollarında uyanacaktım...
Fotoğraf:Cüneyt Arıkan
5.0
100% (27)