1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1929
Okunma

Yağmur öfkeli şehrime karşı döküyor sandığından karanlığı
Yakın mezarlığın soluk sakinleri
Ve üzerinde puslu ölümü varoşların
bir çöp arıyor zeminde kedi
Kıpırdanıyor huzursuzca uyuz vücudu;
kanallarda yaşlı bir şairin dolaşan ruhu
bir hayaletin hüzünle titreyen sesi
Bin yıllık ağaç gibi anılarım var.
Makbuzlara boyalı esmer saçları
belleğim beynimden saklıyor sırlarımı
bir piramit, büyük bir kubbe
insandan çok mezar saklıyor
Ay ışığının, boyadığı tabut
ve pişman şiirlerim
En sevdiğim ölülere yakışır
eski bir surat gül solgunuyum
yılaşırı madeni antik yatıyor yağmur
şikayetçi pastel ve solgun mendil
kapalı bir şişeden parfüm kokluyor
Hiçbir şey, topallayan gün kadar uzun değil
Karlı yılların altında her şey
Can sıkıntısı, asık surat, meraksızlık meyvesi
Sonsuz boyutlara varır ;
- Şimdi, sen yoksun, ey yaşayan madde
korkuluk ile çevrili belli belirsiz granit,
Sisli bir Sahra’nın altındaki düzlük
Eski bir sfenks ilgisiz dünyaya
Harita üzerinde kayıp vahşi bir mizaç
batan güneş ışığında sarkı söyleyen sadece ;
Bellek
yağmurlu bir ülkenin kralı gibiyim
Zengin, ama güçsüz, ve henüz çok genç yaşlı
Onu yaratan eller bile sikayetçi
Artık oyalamıyor insafsız hastalık
Yatağında, bir mezar çiçekleniyor
Ve yakışıklı prens, bekleyen bayanlar,
Utancını gizleyecek elbise bulamıyor
Bu genç iskeletten bir gülümseme çalmak için.
ağır yogunlukta gökyüzü bir kapak ağırlığındaki zamanın
inleyen ruh üzerinde uzun sıkıntı kurbanı,
Ve ufukları kucaklayan daire
Kara gün bırakıyor gecelerden
toprak nemli bir hücreye dönüştüğünde,
bir yarasa gibi umut
gidiyor çekingen kanatları duvarlara döverek
Ve çarparken basını çürük tavana
Ne zaman yağmur sonsuzca uzar
Geniş bir hapishaneyi taklit eder
Ve rezil örümceklerin dilsiz toplumu
Beynimin içine kafes bırakır
öfke ile aniden çanları sıçramada
Ve korkunç bir kükremeyi gökyüzü savurmada
Ve göçebe veya ülkesiz ruhlar
Yağmur suyunda ıslanırlar
Kutsal bir ayine ısrarla başlayanlar ;
Gözlerin metis ve bereketli
süt ve meyan ihtişamı
ürpertiyor düşündükçe bem beyaz geceleri
başı hafifçe düşüyor ellerimin arasına
ve sen sonsuzca emmektesin parmağını
Gözlerin metis ve yuvarlak
tüm gecelerimi aklamakta
Zaman bronz çagında sanırım
ince dantel yuvaların
bakıyor eğrilerinden
kumaş gibi yumuşak kapsar ellerimi
çabucak açmam gerek çabucak
kamaşan gözlerimin önünde
terkedip yuvasını uçacak kuşlar
ipuçları dudaklarının
sertleşmesinde dil zelzele gerdanın
şarkısı göğüslerinin
Gözlerin büyük üzüm demetleri,
Yakıp gözlerimi kanatır kirpiklerimi,
Gözlerin sıcak ve nemli ekmek
Vahşetin ellerimi yakmakta
ve zebil bebeklerin mor dudaklarında
bereketli göğüslerin
kandiller ardına gizlenmis göğüslerin
bombalamakta öte beri
ilahi senin göğüslerin
rüzgar benim ortağım
tan yerine dek.
Ve tutulması gülümsemenin
Erken yürüyüşü sabahın
Yollarda nane kokusu
Yağmurda saçak uçları bir bir ıslak
Ne de çok gürültülü çoğalan göğüslerin
avluda bir çamaşır ipinde
Yazılıdır senin kınalı çağın
Gökyüzünü çekiştirip iki ucundan
Bir ilkyazın üstüne koyulu göğüslerin
Çıldırtılmış bir kuş yuvası gençliğin
Yastıkların oralarda biriken hatıraların
Yorulur pembe korkularından
Ya yüreğin kaç yana akar heybelerinden
Gökyüzünü sorar desenlerinden
Ne de çok gürültülü çoğalan gülüşlerin
Büyüyen bir su senin ardından
Evin tenha köşelerinden akarı kız
Kamaşır ve yansır odalarda
Sandıkların zenginliğinde
lavanta kokulu bir ince yağız
Ne de çok gürültülü çoğalan göğüslerin
gül kokusu hatıralarımın
amansız, acımasız
gittikçe daha keskin daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su, iki deniz
bazan iki damla yaz yagmuru
mermerlerini emerek dalgalarının
şiirler söylüyor denizlerime
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.
5.0
100% (3)