25
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
2710
Okunma


Şaş
Üç kenar
yol kırığı
avluya düş
ağrılı diz
Şu yol üstü istasyonları
tanığımdır
Babamı tanımasalar bile
Yüzümün her molasında
atlarından inen hüzün kuşaklı sancıya şahittirler
yaşam mecburiyeti soluğum
ağır ağır susarken
iki şekerli çay arasına gizlenen soluk
sıcak
dem tutan tütün
vakit eksilme vaktidir
buyur soluğuma
buğusuna yeniden düş asayım
yol, iz, biz ve bir tutam susak
kımıldarken sağa düşen
gözlerime
spot bir aşk gülüşü takılırdı
saydım s/ayıktım
sana üç fesleğen kokusu
bir de yüreğimin dingin sergilerinde
kımıldayan bir alışkanlık
herkesi dibe savuran kum taneli sarı
bentte ebabil kayalıklar
gün hasadı ceplerde
menkıbeye bir günah
asarken
gün batımına mahsus
kirpiklerim saçlarını tarar gibi
gömüyor seni geceye
hangi çığlığın çığ yıkıntısı üşüttü
ürküttü yüreğini
can ağrıları hangi devanın
sen yağmurları hangi baharın
ardından yağardı
yok sevdiğim gözlerin kül vedası
sus sevdiğim söylemin yokluk edası
yaşanmışlığın üryan vakti
ağlak bir ikindi sunumunda
soluğuma sus! diyor
korkuluk seslenişlerimde
ücralarıma konuyor karartılı kanatlılar
bu bayram gel diyor
alışılmışlığımın kollarına
sarıl buğday tenli
dökül ulu orta
pas tutan nehirlerimden su aldım
sus kaldım sorgulara
yurdum yokluğun yorganı
kirli ayaklarıyla devşirirken uykuları
şimdi uyku yolluğu yastıklara
kırık tel buruk saç ısırık almış gibi
uyumsuz rüyalarına salıyor
yok sevdiğim sus kaldım
kandım
karar/dım
ah bir de sen soluğuyla kaçaydım
sus sevdiğim vedadır istihkakım
hebadır baharlarım vefalı saatlere
sus kalışım
aşkın vakti yok
kal demeye
yokluğun vakti çok
sus kalmaya
yok sevdiğim seslenme artık
sağır kalabalıklara
duyulmasın
duyulmazsın
işte öyledir
öyle etekten düşmek
şu/urla utkuya şirk koşmak
öyledir
öyle ardından
ardına sus kalmak
şimo
sinan şeker