5
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
2615
Okunma

Dildâr, melek kanadının saçağı dildâr!
Hazan eli değdi gönül köşküne dest-i semadan,
Can çeşmesinden akarken titriyordu inci tanesi,
Ve çatlıyordu bir ıslak buluttan akarken gam;
Müjgânla damla damla oynaşırken sonbahar.
Firkat ile uzandı güz semasının eli gül bahçesine,
Nâmefhûm bir can güdâz yangındı bu yaşananlar;
Ay hüznünün parıltısı nevbahardan kalan son damla,
Seyran edip yandı da bu garip gönülde bir hezâr,
Şekva etmeden uçtu aşiyândan bir ateş pare oldu yâr.
Dildâr, sürûd-ı şeydâ çalarken dillerde dinle bak!
Gökyüzünün eli sinede bir kor yangınmış zâr,
Duymuyor musun? Bîefgân türküler söyleniyor hâlâ;
Söz incileri dizilirken güz çırpınışlarında bu son dem,
İkbâl-i naçar! Nerede şimdi şeydâ, neredesin dildâr?
Bir şâhvar tanesiydi elvan düşlerde demde dem;
Her kelimesi ayrı bir nâzende söyleniyordu elhân.
Erkenden kapıya dayanmıştı habersizce şimâl rüzgârı,
Dilhırâş dizilen incilere diz çökerken önünde can;
Bir leylî değildi ayrılık melek kanadının saçağı yâr.
Dildâr! Nerede şimdi mehlikâ aydınlığın neredesin yâr?
Neredesin eyyam-ı nevbahar? Gitme biraz daha kal.
Eylül hüznünün ilham tellerine düşen lâl,
Varsın yapraklarımız sararmış solmuş ne çıkar,
Bu lerzân çığlık sanadır duy sesimi yâr, dildâr.
Sevilnur Durmaz