2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2334
Okunma

Soralım...
Kırkikindiler, yedi tepeli şehre kırkikindiler
Nelere tanıkdırlar
Bir nisan sonrası yaz başı arlığında ne haber dediğinde
Golden Horn üstünde biraz kızıl biraz mavi
Utangaç bir genç kız gibi semada mehtap
Koroya eşlik edecekti
Her hal keyfinde
Tebessüm kapıda
Hoşgörü pencerede
İnanç başköşede
Dostluk güvenin kollarında tango yaparken şükran, nezaketle tempo tutar
Bir nurlu neşe kaplardı şeffaf perdeli evi
Huzurun yüzlerce abidesini vücuda getirmiştir
Erinç içinde ben o evi çok sevmiştim
Cetlerimiz halicin manevi varlığının resmini tablolara çizmiş
İstediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi uyak sesleri
Geçmiş geçmiş, gelecek gelmemiş
Yüzünü hayalime nakşetmek için kalbimin bütün kuvvetiyle bakıyordum
Ben bu kızı çocukluğundan bilirim
Kuşaktan kuşağa birinden diğerine tevarüs etmiş
Tebessümlü bir yüz bir çocuğun sevinci vardı içinde
Altın Boynuz da ki evde serin bir günün cennetti andıran bir akşamıydı
Ağzından çıkan sesi bir sırça gibi aklımda kalan
O kahkahalı geceler olmadı bir daha
Sorma dedi, sende biliyorsun aslını
Bîaman bir düşman idi
Teessürden boğulan bir hıçkırık başladı
Lütfen dedim
İç çekti
Nutku tutulunca ukde boğazına düğüm oldu
Beni de yaz dedi
Söz dedim
Benim için köle yarışında, esaret taçlı çok güzel kadındı diye yaz dedi
Tuttu elimi beş yerinden değdi beş parmağı sımsıkı sıkmak istedi
Tıpkı çocukluğunda gibi
Kadın olalı umutlar düş köşelerinde
Keyfe keder esaretin elinde denetimi
Çetin bir dağdağa kaosunda koynunda taşıdı ödünü
İtiraf etmek günah çıkarmak gibi bir şeydi
Yeni yetme bir oğlana nasihat vermeyi henüz öğrenmediği bir yaştı
Yalnızdı ömür denen oyunda
Sarıldı yüreğine önce onu bul dedi
Açılıp, solup kayboluyordu
Zaman içinde bütün melekelere pencere açtı
Tanıyanlar nerden bilir sormadan
Ama şu soruyu kim soracak?
Kuşkularımı ayaklandıran
Yeni yetme bir oğlan
Niye saf dokunulmamış karanlığı seçti
Karanlık salonlarda tek başına otururdu
Karanlık ormanda böylesine terk edilmiş bir gökyüzü kendi gibi
Sığına bilecek tek yerimiydi
İşlediği günahların bedelini karanlığın ödenmesini umar gibi
Beyninin nezarethanesinden işkence çığlık atmamak için sığındığı
Gövde tıpkı o boğucu işkence sığınağı
Henüz yeni yetme bir oğlan
Bunları kabul edecek bir olgunluğa mı erişmişti
Belki de hiç akla gelmeyecek sıradan olmayan bir nedeni vardı
Sözlerin açamayacağı kadar derinyaraları olduğundan mı?
Uzaktı yanlışların sonu kadar
Görürsün yok olanı bir adım ötende
Ancak sana değdiği yerinden tutabilirsin
Sarih meful
Yüreğinin köşeleri buz tutmuş
Bırakılmış bir toprak gibi kendi karanlığında bereketlendi
Evrenin duvarlarını geriye doğru itiyor
Buzdan bir kürenin içinde
Ateş çıplak ellerinde
Öyle bir atik ki kesiğe değen tuz gibi canını eritiyor
Damla damla varlığı kabından boşalacak toprağa
Geri gelmek olağan şey mi, düşün
Bir memesiyle gireni bir memesiyle çıkanı emziren toprak
Vermiyor aldığını geri
Suçlu sorumlu arama
Sana bir önerim olacak babanın kızı olarak
Kaderin şaşırtmasın seni
Rahimlere düşeni bilen biri, bil ki o üflediği canı yaralamaz
Bilir ki lokman hekim ilacı kar etmez
Hadi bırak göğsün sesini Tanrının sinesine
O taşır seni şifa denizine
İstekli bir beklentisizlikle
Sessiz kalırım haklı gidişine
Son bir kez bakmak için
Mahsur karanlığın siperinde ormanı gökle buluşturan ince çizgiye
Başını gökyüzüne kaldırdı her biri başka bir umut
Milyonlarca yıldız gümüşi çakıntılarıyla ona doğru koşmaya hazırlanır gibi idi
Şafak merhamet derken yıldızlar kuvvet verdi
Arş dokunacak kadar yakın gibi
Ne olur ey Tanrım şefaat kapını aç bana
Âmin dedim
Gözyaşı der kirpiğe yalnızız bu rüyada
Tutsak etme beni Hint kenevirine
Tabiata güvenme zelil zehir şahsiyet üzerinde
Yeni bir sene eskisini eliyor
Kan kaybediyor zaman, can eksiliyor candan
O, yirmi beş yaşında
Yaşı kadar yürüse dönemezdi geri
Dizelerde Tanrıya hesap soran sen Kimsin? Nakkaş
Hep var bu gün bu gece
Deli! Kanlı!
Zaman geçmez de geçilmez de bir iz bırakmadıysan
Ne gücün ne güçsüzlüğün boş boşluğun ayağına düşen
Öne eğilmiş giderdim alınlarınızın üstünden
Tek vazgeçilmezim
Beni ak yüzle diriltirsin ama bilemezsin akla uygun olan nedir
Başımda taçlı valide sultan aklın nerdendi
Senden benden önce de vardı bu zehir
Tertemiz doğdum say, söyle? Hadi neyin isinle kirlendim
Nem var, ya da nem yok diyen nerde, hani o umut da yok
Niçin, boş bu düşün
On yıl önce neredeydiniz? Geç kaldınız
Ne zaman umutlanacak
Şanı şerefi boşayın her gün tövbe edip bozmayın
İyisi mi hiç ayıplamayın sırlara söktüremezsin
Ferman sizin, öbür cennetede ya girer ya giremezsiniz
Yok, kurban yüreğim zincirleri kırıyor
Biri sansın, akla uygun olan nedir
Bir şansım olsaydı eğer kusursuz olmaya çalışmaz
Karanlıklarda sahipsiz ve tutsak bırakmazdım seni
Dünya için düşündüğüm gördüğüm olmasa senden başka
Bir küçük bir küçük sırf benim yalar geçer yüreğimi
Tıpkı bebekliğine benzeyen bir duyu!
Gözlerime çizdim umudu kinler devleşti
Duygularımı toplamış, çıkarmış, çarpmış, bölmüş, ben de artmışım gibi
En başından bir şans daha verilseydi
Talih defterini yeniden yazabilseydim
Dünümün lüksü bugünümün eksikliği
Analığı kızlara, babalığı erkeklere okutacak bir mektep var mı?
Oğul mezarım göksün olsun ki işte benim eksiğim buydu
Bir hayli kırgınım herkes kadar kendim kadar sen kadar
Yedi tepeli şehir gibi yüzüme tekrar bakma ki
Ekilip gideyim dönmeyeyim bir daha!
Derken
Çektiği soluğu
Karanlık bir ormanda bir oğlanın çektiği acının nasıl bir şey olduğunu gösterdi
Kendi kendine sorular
Kendi kendi savaşarak
Kaçıyor elden saniyeler
Remizlerin şemi yanmaz mı? Bir daha-
Yedi tepeden yedi tepeli şehir sana sesleniyor
Erdemli eğitim!
Bebelerin belleğinde bir gergef işle
Sende bezekçi söyle bir resim çiz analar hatırası olsun
Beşiklerin başına, kabirlerin taşına mermeri oyar gibi nakşet ki gitmesin boşa
Manzum bir mesnevi uyakların içinde hafif bir dokunaklı eda olsun
Adını ne dersen de ne bileyim adını nakkaş sen koy
Nebiler Nebisi’nin ahlak bilimi
Tanrı’nın arıttığı dağarcığı yüklü nesiller olsun
Niçin mahsup gibisin İstanbul!
Değme gamım üşüdü biraz
Efendim! Derbeder haldeyim
Ateş gibi inlerinde mısralar
Ezgilerin çiylerini içiyor uyaklar
Olağan şey mi?
Bembeyaz kâğıt üzerinde isyankâr bir kardelen
İsa’nın ağlayan yüzü gibi
Simdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
Kış inlerinden krizantemlerinden bir demet gönül çelengi
Müthiş burgu gibi deler de
Garketme
Yak bütün şiirleri
İşte mısralarının gömülü vasiyetnamesinde kafiye sergüzeştleri
Mevhum bezekçi yedi tepeli şehirden nakşetti doğduğu güne
Bana sorma! Şiire sor, ezgiye sor?
Şimdi bu tarihe iyi bak! 10.10.2010. Bu kadar “on”içinde
“anneyi” ondan” okumak nasıl bir duygu?
İşkence gibi adı ne? Dedi
Gel, anneannenden sor onu! Gizini
O bilir, onun sırrını...
KAYIP YALDIZ
Ah! Bildim seni
Ne yapacağım şimdi?
Ana yarısı! İstanbul gibisin sanki içimi devşirdiniz