13
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
1873
Okunma

.
tutkuları özgürdü gecenin
alacakaranlık sessizliği bozarken orman baykuşları
zirvede sık ağaçlar soluyordu laneti
çalılıkların attığı kara çığlıkların arasında
nehirlerin elleri tırnaklarken toprağı
ilk kan dökülmüş ve yoktu dönüşü
ki pişmanlık- affı kabulsüzdü
ertelenmiş rüzgârın teninde
ateş tuzağı geceye kan kusuyordu
kuruyan dil…
pusuda canavarlar taze sesleri beklerken
sancı çekiyordu doğurganlar
titretirken kurtların uğultusu göğü
dişlerinin silueti yansıdı dolunaya
yaşarken çürüyen tenler dolaşırken mezar taşlarında
ölümün efendisini selamlıyordu kafatasları
seslerinizi –kokunuzu saklama gücünüz yokken
beklemediğiniz bir anda gördüğünüzde gerçekle
dişlerinizin sıradan olduğunu anlayacaksınız
büyüklüğünüz ile gurur duyamayacaksınız
asılı kalırken cinnet sınır mandalında
“kan yaşamdır”
ölüydüm
acı çektiğimi hissedecek kadar
kan damlıyordu gözlerimden usulca
ve rengârenk bakıyordu
vücudumdaki çukurlara yerleşmiş çürükler
yapayalnız kalmış çatışmanın ortasında
düğümü çözemezken kimliksiz fısıltılar
büyüdükçe sözler boğuldu gerçekler
sonsuz, çekici ve belirsiz yolculuktu
dişlerimdeki ölümsüzlük
dilimde acı veren zehrin tadı
ve kalbimde kaçamadığım sen
bekliyorken beni başıboş bir cennette
dudaklarının soluğu çözüyor aşk bilinmezliğinde
tarifsizliğin ötesinde gecelere doğuyoruz göbek bağımızdan
hikâyesini bizim bildiğimiz yıldızlara dokunuyoruz parmak uçlarımızla
ve ağrılı bir gökyüzü silkeleniyor sabaha ağararak