8
Yorum
35
Beğeni
5,0
Puan
407
Okunma

Rüzgâr kulağımı yardı
ve gece orada durdu.
Gökte tek yıldız maviye boyandı,
yüreğimden yanık şiirler geçti
zerre zerre,
sırtlarında kızıl kor taşıyan kervanlar gibi.
İlk durakta ezilmiş bir böğürtlen,
parmaklarımda kalan renk
sanki bir mevsim geçişi.
Rüzgâr hâlâ keskin, evet,
ama otların arasından
bir serçe düştü gölgeme;
kaçmadı.
Dünya, o an,
biraz olsun kendine benzedi.
Sesimin içinde
uzak bir sabah çıtırtısı.
Önümde ıssız bir coğrafya,
alnımda ince bir çizgi.
Defterime eğildim sonra.
Harfler,
italik bir yüz taşıdı
cemalim ormanında;
yüksek ses istemeyen bir yerden
dilsiz bir sükûtla baktı bana.
Derken bir destan arayışı
Derken yorgun yolcunun şehri,
bitimsiz bir geceyi omuzlarında.
Derken hiç kararmamış o ay feneri,
uzaktan,
lem’âsıyla bana doğru akıyormuş gibi.
Kentin eski liman kapısından
bir tren sesi kalkar.
Bakıyorum,
menzil birdenbire bana soyunur.
Denizin ezgisi
avluda dolaşır şimdi.
Ayağımın altında
tarih kitabından düşmüş bir kelime.
Birdenbire çıkıyorum sessiz yuvadan,
uzak bir iklimden
yalnızca bir dem almak için.
Adımlarım sarsak.
Kızıl bir hüzün kanar içimde.
Mest olmuş zaman,
bir perdah gibi yaldızlar sessizliği.
Sabah erken geldi bu kez.
Pencerenin önünde
bir şey yer değiştirdi,
sessizdi sadece.
Gökyüzü açıktı;
sanki her şey
olduğu yerde kalabilirdi.
Uzaklık duruyordu hâlâ,
yudumladığım iklimden.
Bir cümle geçerken içimden
bozulmadı adımlarım
Ve rüzgâr,
yolumdan geçti.
Bir hâb kadar yavaş,
bir lâl kadar derin.
5.0
100% (20)