14
Yorum
37
Beğeni
5,0
Puan
269
Okunma

Aşkın Kadim Sırrı
Seni adımlasam, varacağım yerin
Bilinmezlik olduğunu bilirim.
Aşk, ne bir liman ne de bir sığınak;
Kaderin en eski, mühürlü uçurumudur.
Kalp, yörüngesini şaşırmış gezegen
Ve ruhum, sonsuzluğa atılmış bir çığlığı’dır
Her bakışında, zamanın sırrı çözülür,
Bırakır beni o adsız, kadim sessizliğe.
Sen, yaralarımdan fışkıran şifasın.
Işık vurdukça daha çok parlayan cam kırığı;
Acıyla yüzleşmenin o görkemli duruşu.
Bir gölgenin içinde saklı kalan sesin,
Yolumu aydınlatan tek fenerdir.
Öyle bir yalnızlık ki bu, iki kişilik;
Evrenin daraldığı, tenlerin genişlediği an.
Ve ben, sende kayboluşun binbir halini ezberledim.
Ne bir başlangıç vardır bu devinimde, ne de son.
Sadece, kök salan, derine inen bir iz.
Aşk; kuru bir dildeki en taze yudum,
Düşen her yaprağın yeniden canlanma yemini.
Biz, o sonsuz döngünün sessiz tanıklarıyız.
Bazen bir rüzgar eser, eski bir kapı gıcırdar,
O an, sen gelirsin, sisli bir liman gibi.
Sözcüklerin gölgesi titrer dudaklarımda,
Yarım kalmış bir cümlenin boşluğunda.
Ne kadar kaçsam, izi kalır ellerimde,
Terk edilmiş bir sahilden toplanan deniz kabuğu.
Her sabah uyanışım, aynı labirentte yeni bir adım,
Sana giden yollar, hep içeriye doğru.
Dışarıda ne varsa, artık bir dekor sadece;
Gerçek olan, kalbin ıssız avlusundaki telaş.
Adını anmak, kırk yıl süren bir yolculuktur,
Ve her durakta, seni yeniden bulmaktır amaç.
Uğruna yıkılan tüm duvarların harcıyım şimdi,
Kendimden vazgeçtiğim o son saniyedir mirasım.
Bir nehrin denize dökülüşündeki ihtişam,
İradeyi değil, teslimiyeti fısıldar kulağıma.
Senin uçsuz bucaksız göğüne bırakılmış bir kuştum,
Artık kafesim, o göğün kendisidir.
Bu ağır, sağır sükûtun altında ezilirken,
Bilirim, beklemek de bir tür ibadettir.
Hafif bir yağmur gibi düşer üzerime kederin,
Toprak nasıl çekerse suyu, öyle çeker beni.
Öğrenilmiş bir çaresizlik değil bu,
Bir tür anlaşma, ruhumla aramızdaki.
Dipsiz bir okyanusun dibinde uyur arzularım,
Sadece gelgitlerin şarkısı duyulur benden.
Sonsuzluğa uzanan bir dalga boyuyuz ikimiz,
Birbirimize çarptıkça var olan iki kıyı.
Fırtınada bile sükûnetini koruyan deniz feneri,
Sensin, tüm batık gemilerimin ışığı.
Yazgılarımız, eski bir halının yıpranmış iplikleri,
Görünmez bir düğümle bağlanmış, çözülmez.
Biz, aynı yıldızın iki farklı yüzüyüz;
Biri yanar, biri söner, ama hep eşzamanlı.
Alın yazısı denen şey, işte bu ortak derinlik,
Birbirine yazılmış iki ayrı gökyüzü.
Nadiren de olsa, perdenin aralanan yerinden
Sızar içeriye o kırılgan şafak ışığı.
Kısa bir an için unutulur tüm o fırtınalar,
Sanki dünya yeniden ilk güne uyanır.
Ama bilirim, bu sadece ince bir hayaldir,
Güneşin doğuşu kadar hızlı geçen bir teselli.
Seninle geçen her saniye, eski beni yakar,
Küllerimden yeniden doğan, tanımadığım bir ben.
Bu dönüşüm, zorlu ve kaçınılmaz bir yasa;
Kelebeğin kozasını yırtıp çıkışı gibi.
Artık ne ilk halime dönebilirim, ne de isterim;
Senin eserinim, bitmemiş ve yarım kalmış resmiyim.!
Bu izi silmek, gökyüzünden yıldızları çalmaktır.
Sen, bende kalan o ebedi mühür imzasın,
Tüm yalanların, tüm doğruların ötesinde,
Hayatımın en açık ve en gizli cevabı.
Bana kalan, bu derinliğin ağırlığıdır sadece,
Sonsuza dek sürecek göğüs kafesimde oluşan vebalı bir yara.
Cemre yaman
5.0
100% (18)