1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
172
Okunma

Bir köprü var iki zaman arasında,
Bir ucu dün, bir ucu yarın.
Ortasıysa, bugünün ince çizgisi —
Ne tam geçmişe ait, ne de geleceğe yakın.
Dün, bir çocuğun elinden düşen oyuncağı gibi,
Kirli sulara karışmış hatıralar taşır.
Bir “ah”la çağırırsın bazen,
Bir “keşke”yle yıkarsın o eski taşları.
Oysa her adımda biraz daha uzaklaşır,
Gözden kaybolur dünkü gölgenin izi.
Bugün...
Bir avuç rüzgâr gibi kayar avuçlarından.
Ne tutabilirsin, ne durdurabilirsin.
Zamanın kalbi, tam köprünün ortasında atar;
Bir yanın pişmanlık, öte yanın umutla yanar.
Sen köprünün ucuna bakarsın,
Yarının ışığını ararsın gözlerinde.
Belki bir ses duyarsın uzaklardan —
“Gel,” der, “ben oradayım,
yeter ki düşmeden yürümeyi bil.”
Ama sen, başını eğip alttaki sulara dalarsın,
Köprünün taşı mı sağlam,
Yoksa senin yüreğin mi kırılgan, bilmezsin.
Zaman akar, su gibi;
Her şey geçer, köprü kalır.
Sen, yarına varmak için yürürsün
Ama her adımda biraz daha dün olursun.
Belki de mesele,
Yarına varmak değildir aslında.
Köprüyü geçerken düşmeden,
Kendini kaybetmeden yürüyebilmektir mesele.
Dün ağlar, bugün susar, yarın bekler…
Ve sen hâlâ köprünün ortasında,
Bir dua gibi asılı kalırsın havada.
Bir yanın geçmişin yankısı,
Bir yanın doğmamış sabahın telaşı.
Eğer bir gün o köprüyü geçersen,
Geride bıraktığın her “ah” bir çiçeğe dönüşür.
Köprünün altından geçen su,
Artık seni değil, seni arayanları taşır.
Ve o zaman anlarsın:
Köprü yıkılmamış hiç —
Yalnızca sen,
Henüz geçmeye cesaret edememişsin...
Erol Kekeç/31.10.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (2)