0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
308
Okunma

I. Bölüm
Gökyüzü açıldı birden,
Bulutların kanatlarında ağır bir sır vardı.
Yağmur indi toprağa,
Sanki göğün kalbi paramparça olmuştu.
Her damla, içimdeki bir kelimeye denk düşüyordu:
Kimi umut, kimi hasret, kimi de yangın…
Ve ben baktım,
Taş duvarlı evimin penceresinden dışarı,
Gökyüzüyle birlikte ağlıyordum...
Ey yağmur, dedim,
Sen ki Fırat gibi yorulmadan aktın yüzyıllar boyu,
Sen ki dağları aşan sabrın adısın,
Benim içimde de bir çağlayan var;
Ama adı yok,
Ama yolunu bulamamış bir su gibi
Kendi yatağını arıyor hâlâ.
Toprak, doyumsuzca içti yağmuru,
Ve ben düşündüm:
İnsan yüreği de böyledir.
Ne kadar dolarsa dolsun,
Bir boşluk bırakır kendine,
Hiç kimsenin dolduramayacağı...
Rüzgâr esti ardından,
Kimi serin, kimi yakıcı;
Bir gün baharı müjdeledi,
Bir gün kışın soğuğunu hatırlattı.
İşte tam da böyleydi nefesim:
Bir anda huzur, bir anda fırtına...
Ben,
Kendi coğrafyamda yaşayan bir yolcuydum.
Ve isterdim ki,
Bu duygularımın yağmadığı bir taş kalmasın dünyada.
Her kaya, her dağ, her dere
Benim içimdeki sularla yıkansın...
Çünkü kalbim,
Bir harita gibiydi aslında:
Üzerinde dağlar vardı,
Kırık yollar, uçurumlar,
Ve hep bir kenarında akmaya direnen bir nehir.
O nehir bendim,
O nehir senin adındı,
O nehir, gökten inen rahmetle coştu,
Taş duvarları bile sarstı...
Bir gün duracak mıydı bu yağmur,
Bilmiyorum.
Belki durursa ben de susarım,
Belki de içimdeki nehir kurur.
Ama bilirim ki şimdi,
Her damlası bir duygudur
Ve bu duygular yorulmadan akar...
Ey yağmur,
Ey içimdeki Fırat,
Ey rüzgârın kanadında savrulan nefes…
Beni de al götür,
Taş kalmamış bir coğrafyaya,
Her şeyin sularla beslendiği,
Vicdanın çiçek açtığı bir zamana...
II. Bölüm
Gece indi sessizce,
Gökyüzü simsiyah bir örtü serdi dünyanın üstüne.
Ama ben bilirdim:
Her karanlığın içinde saklı bir yıldız vardır,
Her yıldız, suskun bir kalbin gözyaşıdır...
Ay çıktı,
Bembeyaz bir yara gibi gecenin ortasında.
Kimi baktığında huzur buldu,
Kimi baktığında eski yaralarını hatırladı.
Benim içinse ay,
Yarısı karanlıkta saklı kalan bir yüzdü;
Görmek isterdim tamamını,
Ama hep eksik kalırdı...
Yağmur yine durmadı,
Damla damla göğün gözlerinden aktı.
Geceye dokundukça
Daha derin bir ezgiye dönüştü.
Sanki gökyüzü bir ney olmuştu,
Rüzgâr üflüyor,
Yağmur tellerinden bir ilahi çalıyordu...
Ben dinledim o sesi,
Yüreğimde yankılandı.
Her damla bir hatıra,
Her hatıra bir dua gibiydi.
Kimi çocukluğumun avlusuna düştü,
Kimi annemin duasına,
Kimi de hiç açılmamış defterlerimin sayfalarına...
Yıldızlar seyrediyordu sessizce,
Onlar ki milyarlarca yılın tanığı,
Onlar ki nice aşkı, nice ihaneti, nice vedayı gördü.
Ama yine de parlamaktan vazgeçmediler.
Bense düşündüm:
İnsan yıldızlara benzemeli,
Yandıkça ışığını dağıtmalı,
Sönmeye yüz tuttuğunda bile
Karanlığa teslim olmamalı...
Bir geceydi bu,
Ne tam huzur, ne tam kasvet;
Bir yol ayrımı gibiydi.
Bir yanım rüyalara akmak isterdi,
Bir yanım uyanık kalıp acı çekmeye.
İşte o an anladım:
İnsanın asıl savaşı düşmanla değil,
Kendi gecesiyleydi...
Ve yağmur,
Hiç durmadan konuştu benimle.
“Ben gökten indim” dedi,
“Sen içinden akıyorsun.
Ben toprağı beslerim,
Sen acını şiire dönüştürürsün.”
Ay ışığı taşlara vurdu,
Sokaktaki her gölgeye yeni bir anlam kattı.
Ve ben hissettim:
Her gölge aslında gizlenmiş bir fısıltıdır,
Her ışık, saklı kalan bir umudu açığa çıkarır...
Gece uzadıkça,
Benim içimdeki nehir de büyüdü.
Fırat gibi kıvrıla kıvrıla aktı;
Kimi zaman coşkun,
Kimi zaman derinden derine süzülen…
Ama hep aynı yere yöneldi:
Kalbimin susuz taşlarına...
Ve ben bildim ki,
Gündüz güneşiyle değil,
Gece yağmuruyla yazılır en ağır hikâyeler.
Yıldızlar şahit olur,
Ay mühürler,
Yağmur ise kalemin mürekkebidir...
Erol Kekeç/07-09.09.2025/Sancaktepe/İST