0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
233
Okunma

Ey yüreğimin suskunluğunda yankılanan çağrı,
Sözcüklerim, özünden koparılıp savrulmuş birer yaprak gibi.
Bu derin sızı, ruhumun özünü kavuran bir ateş.
Dağlar çöküyor öfkemin yükünü taşıyamayarak,
Ve gece, sonsuz bir matem elbisesi giyiyor...
Her bakışta aynada bir yabancıyı izliyorum,
İnsanlık, hangi yolda kaybettin kendi çehreni?
Bu çığlık, kırık dökük harflerin arkasına saklanmış,
Ama yine de duyulmuyor, kulaklar örülmüş sessizlikle.
Öyleyse, bir çığlığa daha yer var mı insanlık?
Ey gökyüzü, zalim bir yargıcın elindeki çekiç gibi;
Her şimşek, şiddetle şah damarımı parçalıyor.
Ama yine de umudun tohumları toprağa gömülüyor.
Bir damla nur düşüyor karanlığın kalbine,
Ve ben soruyorum: Hangimiz hak ettik bu çöküşü?
İçimdeki çocuk bağırıyor, hâlâ susturulamadı:
“Beni yalnız bırakmayın, umut ölmeye değer mi?”
Ama bu ses, boş bir yankıya dönüşüyor zamanın içinde.
Ve bu şiir, bir vedaın şiiri oluyor;
Bir devir, sessiz bir ağıtla kapatılıyor...
Dağların öfkesi yıkılıyor şimşeklerin ağırlığıyla,
Ve insan, son kez yukarı bakıyor, bir söz fırlatıyor boşluğa:
“Neden bu kadar kirlettik?”
Ama cevap yok, sadece derin bir sessizlik.
Çünkü bazı soruların cevabı yalnızca susmaktır...
Bu şiir, bir sonun ve bir başlangıcın aşkında yazıldı.
Yeni bir nesil, bembeyaz bir sayfa açmak için gelirken,
Fırtınaları susturup yeni bir umudu keşfetti.
Her enkazdan bir gül fışkırır; her sessizlikte bir umut saklıdır...
Ey insanlık, ölüm bile bir anlam bulsun.
Yıkılan tarih, yeni gelenlere öğüt olsun.
Bu şiir, son nefesin hüznüne yazılsın,
Ama sonunda tertemiz bir başlangıcın kapısını açsın...
Erol Kekeç/21.02.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (1)