3
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
1493
Okunma

Bu kendi elimde olan bir şey değil
Bu istemsizlik, bu vazgeçiş
Ağzımın tadını kendim bozmuş değilim,
Hayata olan sevgimi ben yok etmedim,
Sevgi dinimin mitlerini ben çürütmedim,
Zevk almak mı?
Yo hayır, hiçbir şeyden zevk almıyorum,
Beni bu hãle ben getirmedim.
İçimde benden bağımsız bir varlık, benim yerime yaşıyor beni.
Benim yerime karar veriyor, beni o kontrol ediyor.
Ve bugüne değin onu yenebilmiş değilim.
Anlık bir haraketle, çok güçlü o silahıyla bir anda etkisiz hâle getiriyor beni.
Ve sonra bir kavanozun içine koyup, küçük bir yaratıkmışım gibi, kapağı sıkı sıkı kapatıyor.
Kavanozun içinde dönüp duruyorum,
dönüp duruyor; Benim hayatımı nasıl kullandığını seyrediyorum.
Engel olmak istiyorum ama o fantastik filmlerde olduğu gibi miniminnacık bir insana dönüşmüşüm, bağırıyorum, sesim cama çarpıp beni deviriyor, camı kırmaya çalışıyorum, kırılmıyor. Hayır, ben benim değilim ben onunum .
Peki ama o kim?
Onu tanımıyorum.
Ne zaman ,nerede, nasıl girdin içime?
Neden yapıyorsun bana bunu, ne istiyorsun benden?
Bana ne verdinde böylesine ruhsuz, böylesine halsiz kaldım?
Nasıl olduda beni esir aldın?
Bilmiyorum ve kavanozun içinde işte bunları düşünüyorum.
Benim yerime geçen o kişi veya şey mi ne yapıyor? Anlatayım...
Fiziğimi bir kukla gibi kullanıyor.
Kendi başına buyruk
Heryerden sıkılan
Hiçbir şeye önem vermeyen
Vurdumduymaz
Acelesiz, gamsız,
Öylesine bitik ve solgun
Bir maske takmış yüzüne
Ve beni, sanki ben öyle biriymişim gibi tanıtıyor insanlara.
Bu şey sevmesinide bilmiyor bazen
Bazen ise ondan büyük âşık yok.
Nasıl demeli arkadaşım?
Onu tarif etmem çok zor.
Net bir sayısı yok büründüğü karakterlerin, kişiliklerin.
Her an, başka biri.
Tuhaf ve gizemli.
Onun için, ne nerede bulunduğunun nede ne yaptığının bir önemi var.
Ama bu benim için önemli, çünkü benim bedenimle bulunuyor bulunduğu yerde, benim bedenimle yapıyor yaptığı her eylemi.
Ama onun için benim düşüncelerim, hislerim önemsiz.
Hırsız o, bir tür usta tiyatro oyuncusu.
Havayı görüyorum
Oksijen gülümsüyor bana
Zihnimde bir gevşeme
Damarlarımdan uysallık akıyor
Yanak kaslarımı
Arkadan biri çekiyormuş gibi
Elimde olmadan gülümsüyorum
Gözlerimin önünde bir şey canlanıyor
Kalbim bu halüsinasyona koşuyor
Ne kadar yaklaşırsam o kadar uzak
Ve yorulup bayılana kadar koşmak
Hâlbuki koştuğum yok
Sevdiğim yok
Bir tür karabüyü bu, bir tılsım
Ruhuma efsun tozu serpip
Beni aslında varolmayan
Türlü oyunlarla yorarak
Bayıltıp bırakıyor
Kavanozun içine.
Ve ben uyurken
Benim bedenimde ki
Kendi yazdığı senaryoyu oynuyor.
Çok küçük yaşta düştüm ben bu kavanoza,
Ve bugün 23 yaşındayım.
Korkuyorum şimdi
Hayatımı kördüğüm yaptı o
Hayatımı yüksek, kızgın volkanların içine attı.
Hayatım yanıyor, yanıyor, yanıyor.
Ama birgün soğuyacak
Cam çatlayacak
Ben, ben olarak yeniden ortaya çıkınca,
O bilmediğim günde
Kaç yaşında olacağımı bilmediğim için,
Onca senesi heba olmuş ömrümün kalanıyla,
Nereye kaçar, nasıl yaşarım?
Peki kavanozda ki ben, nasıl bir insan mıyım?
İnsanlık adına verilen her mücadelede yer almak isteyen,
Delicesine gezmek isteyen,
Aşık olmak isteyen,
Her insan gibi mutlu, huzurlu, sağlıklı bir yuvası olmasını isteyen,
Yaşadığı dünyayı sevmek isteyen biriyim.
Mesela hayâl kurmaya bayılırım,
Uyumayı çok severim,
Değer vermeye değer veririm.
Ama o öyle mi?
Tam Tersim.
Aslında ben senin kim olduğunu biliyorum yabancı,
Ama bağlamışsın dilimi, söyleyemiyorum.
Bu işkence, bu öc ne zaman biter?
Ne zaman haksız öfken diner?
Ne zaman alabilirim kendimi bilmiyorum,
Ama oyunu ben kazandım, biliyorsun,
Ne demek istediğimi bir senin bildiğin gibi.
Kabul et artık
Sende beni seviyorsun,
Suç senin değil
Ama benimde değil.
..........
Kavanozun dışandaki ben olmayan ben;
"Acı veriyor
Düşündüklerim
Hissettiklerim.
Kaçmak mı?
İyi de ben gönüllü mü geldim ki?
Hayatla mücadele etmekten kaçan, işin kolayına mı kaçmış oluyor, yani intihar edenler?
İntiharın, kim demiş ki dünyadan kaçış olduğunu?
Benim intiharım dünyadan kaçmak için değil, kendimden kaçmak için.
Hiçbir şey düzelmeyecek,
Bunu kafamda böyle şartlandırmış değilim,
Bu böyleydi, bugünde böyle ve böyle kalacak.
Hayatı bilgisizken mutlu ama saçma yaşıyordum,
Şimdi ise bilgili ama yine saçma yaşıyorum.
Saçmalık bende değil, hayatta.
Sanırım intihar etmek, hem kendinden hem hayattan kurtulmak, hayatta yapıp yapabileceğim saçma olmayan tek şey.
Güzel insanlar mı?
Onlarıda yanımda götüreceğim.
Olaylardan kaçmak istedim
Toplu etkinliklerden, misafirlikten
Düğün törenlerinden, kutlamalardan
Kaçmak istedim nerede gülen
mutlu insan varsa, yanlarından.
Çünkü bazı roller insanın yüreğini deşer, aklını zorlar, ruhunu yakar.
Mutsuz olduğum hâlde mutluymuşum gibi gerçek bir gülücüğe ulaşamayan o istemsiz, zorlu gülücükleri ve yalan gülümsemeyi suratıma takıp duramazdım anca.
Konuşulan sohbetten hiçbir şey anlamadığım hâlde (çünkü akıl başka yerdedir, gönül başka yerde ) onları dinliyor, anlıyormuş gibi yapmak, için içini yerken onların yanında mutlu mesut bir insan gibi sahte ilgi ve gülümsemeyle durmak, geçmişin, aslında geçememişin o iç organlarını kesiyorlarmış gibi sivri, aşırı, zihni allak bullak eden çığlığını duymak...
Ve işte tekliyor, tekliyor nefesim
Göğüs kafesime bir ağırlık çöküyor
Sanki bütün bunlar
Tıpkı bir çocuğun önünde yaşanılan kötü bir olay gibi,
Gözünü kaparlar çocuğun
Kulağını tıkarlar
Görmesin, duymasın diye
İşte o çocuk gibiyim
Görmüyorum
Duymuyorum
Ama kötü birşeyler olduğunu biliyorum.
Yüreğimdeki ve zihnimdeki bu ben bilmeyeyim diye yapılan baskı, gizleme çabası boşa.
Ağırlıklar kalktığında, eller çekildiğinde üzerimden,
Güya görmediğim, duymadığım, güya bilmediğim tüm kötü olayların, o ağır hissi, endişesi, hüznü içimde yaşıyor ve gitmek, ömrü bitmek bilmiyor.
Peki bende mi kabahat?
Herşeyin kötü tarafını hissetmek
Görmek, duymak veya bilmek
Hayır suç benim değil
Suç varolmak
Varolmak.
İşte her ne olursa olsun her olaya hiç kalmak, gözümün önünde ne olursa olsun, algılayabildiğim herşeyde kendimi hiç saymak, ve artık üzülmemek, sevinmemek, yalnızca tanıdığımız insanları sevmek, onlar için üzülmek, onlar için sevinmek ve bana kalırsa tanıdığımız insanların sayısı ne kadar az olursa o kadar iyi.
Evet, rolümüzü oynamaya devam edeceğiz. Yaşamaya mecbursak yaşayacak, değilsek yaşamımızı tek kutsal şey olan hiçliğe vereceğiz. Müzik dinlemeyi seviyorsak dinleyecek, sevmiyorsak dinlemeyeceğiz, içkiyi ölene dek sapına kadar içeceğiz. Bizim gibiler, göğü sever, geleceği değil. Hem kısa ömürlü dünyadaki geleceğinin ne önemi olabilir?
Kimileri kendini değiştiremeden dünyayı değiştirmeye çalışır,
Kimileri ise dünyayı değiştiremeyeceğini bildiği için kendini.
Bizler ikinci sınıfta yer alıyoruz.
Boyun eğenlerden değiliz, boyuna göre haraket edenlerdeniz.
İnsanları tanıyamadınız mı daha?
İnsanlar aç gözlüdür
Yalancıdır
Sahtekardır
Vicdansızdır
İnsanlar tuhaftır.
Bizden kötü insan olmasın, ama kimse bizden iyilikte beklemesin.
İyilik yapmamak kötülük değildir.
Ne eksik ne fazla
İyilikte beklemezsek.
Suçlayacaklarsa bizi
Öfkeleneceklerse bize
Ve söyleyeceklerse; Sizler bilinçli, bilgili insanlarsınız, nasıl susar, nasıl müdahale etmezsiniz’ diye,
Bu hayat benim diyeceğiz.
Peki birgün gelip bizi tutuklarlarsa, köle olmamız istenirse, kukla gibi kullanılmak üzereysek; uzaklaşabilirsek uzaklaşacağız yada hayatımıza son vereceğiz .
Var mı ki öyle bir gücü olan
haksız yere öldürülmüş, aç bırakılmış, tecavüz edilmiş, eve yakılmış, sevdikleri yok edilmiş, şimdi artık hayatta olmayan o milyarlarca insanın intikamını alabilecek olan, var mı ki geçmişi diriltip hesabını sorabilecek olan, var mı ki şimdi ki dünyanın dertlerine derman olabilen biri? Yok. Olamayacakta.
Sistem seni yutar, yutacak
Bir gün birşey sistemide yutacak
Sonra yutan, yutulmaya devam edip duracak, ve kapı açılacak, kaçınılmaz hiçliğe.
Yine insanın ürettiği o "kutsal" kavramlar,
Adalet
Ahlak
Sevgi
Hak
Eşitlik
Hepsi, hepsi bir kuyunun içindeki
Aslında yıllar önce çürümüş ve burun sızlatan, iğrenç kokan bir pislikten ibaret .
Aslında bu koku bizi sarhoş etti, bu pisliğin halüsülasyanları bize bunları iyi birşeylermiş gibi gösterdi.
Bakın
Yıllardır savaşlar bu yüzden
Yıllardır akan kan bu yüzden
Ya siz körsünüz ya şizofren
Yada ben zırdeliyim.
Hemen sorarlar karşıt düşüncedekiler, derler ki;
"Ne yapalım o zaman, hiç kimse kimseye yardım etmesin, hiç kimse kimsenin acısını hissetmesin, yeterince aşağılık insan varken herkes artık kayıtsız ,yüreksiz, sevgisiz, hissiz mi olsun? Bunun neresinde onur, neresinde şeref?)
Bizde diyeceğiz ki; "Biz kötülüğü yayma peşinde değil, kötülüğü umursamama peşindeyiz. Aynı zamanda iyiliğide. İstekler, hayaller, arzular, amaçlar, bu koskoca mezarlıkta biraz garip ve gülünç kaçıyor, saçma kaçıyor. Aslında doğmak diye birşey yok, ölüme doğuyoruz, mutlak ölüme. Mezarlar annemizdir bizim, onun ebedi karnına doğuyoruz. Embriyo aşamasında ki adına yaşam dediğiniz şu olayda ki bütün bu saçmalıkları bırakın ve doğacağınız ebedi ölüme bakın. İşte o zaman, ancak o zaman anlayacaksınız demek istediklerimizi."
Ölüm, bir yaşam olayı değil, ölüm yaşanmaz. ’diyordu Ludwig einstein,
Aksine, yaşanılacak tek ve ebedi şey ölümdür. Değişim, dönüşüm, sürekli ölümdür, her an için ölüm yaşanır kainatta..."
Dedi ve zihnindekileri sonlandırarak kalbindekileri anlatmaya yöneldi;
"Şaka gibi. Evet şaka gibi. Her gün işe gitmek, her gün yemek yemek, her gün ister istemez haraket etmek zorunda olmak. Hiç tanımadığın insanların ideolojileri üzerinde yaşamak, birilerine veya birşeylere tutunmak zorunda kalmak. Şaka gibi. Sayısız gezegenin içinde, gerçekle hiç alâkası olmayan (çünkü gerçek diye bir şey yoktur) sonsuza yakın, ama yinede sonlu insanların ipe sapa gelmez felsefeleriyle, yine kendilerinin yarattığı aslında varlığına şahit tek bir insanın olmadığı, adına gerçek dediğimiz şeyi aramak. Şaka gibi. Şaka gibi. Asker savaşır, din adamı beyin uyuşturur, politikacı dolandırır, doktor ölüyü yaşatır, öğretmen anlatır, dünya dönüyor hep aynı, hep aynı. Ölürüz, doğarız, güneş ve ay gibi. Ve hergün aynı olan saçma görevlerimizi yaparız. Sevgi mi? Bugün binlerce şairin ve yazarın varolmasına neden olan şey, sevginin sevgisizliğidir. Sen, ne dostum olan ne de arkadaşım, dinle beni, ömrün boyunca algılarının kurbanısın sen. Duyumların seni kukla gibi kullanıyor. Çabalıyorsun, çalışıyorsun, ümit ediyor, seviyorsun. İşte bütün bunlar bir aldatmacası evrenin, sana seni yönlendirmek için taktığı, adına algı, duyum dediğimiz çipler. Ben çipimi söktüm attım. İnanmıyorum, sevmiyorum, hissetmiyor, ümit etmiyorum. Hepsi boş vaat, hepsi mezarlık, hepsi karanlık. Kalbimin içinde kalp, zihnimin içinde inanç yok. Bütün bunları bir bir denedim, hayal kurdum, mücadele ettim, sevdim, ümitliydim. Ama hep bir labirentte döndüm durdum, bizleri bizlerin düşünceleri kandırmış meğer. Varlığım, yokluğumun caneviymiş meğer, özümde hiçbir kavram, zaman, mekan yokmuş meğer. Dünya, hüzünlü birşeyin tutup fırlattığı , tamamen yararsız, saçma bir nemli taş parçasıymış meğer. Atommuş, yok öyle birşey. Herşey, hiçlikmiş meğer... "
Dinledim onu. Dinledim, düşündüm.
Onun sözleride aldatmaca olamaz mı?
Herşey insan uydurması ise, onun söyledikleri de birer uydurma.
Hem kim bilebilir ki ölümden sonrasını,
Kim bilebilir ki hiçliğin hiçlik, varlığın varlık olduğunu?
Kim bilebilir ki perdeyi, önünü ve arkasını?
Kimse.
O zaman bütün bunları düşünmek yerine, bildiğimiz şeyleri güzelleştirsek, onları sevsek olmaz mı?
Sevmek
Hissetmek
Tatmak
Acıyı da
Tatlıyı da
Bazen bir dost sıcaklığı
Bazen aile mutluluğu
Bazen sevgilinin koynu
Herşeyi hissetmek, sevmek gerek
Ve ardından
Yaşadım diyebilmek.
Bu dünyaya nereden geldik bilen yok
Bu dünyadan nereye gideriz bilen yok
Ama geldik
Ve gideceğiz.
Gitmeden , his, anı ve sevgi kavanozumuzu tıkabasa doldursak,
Bir sevgiliyi süzer gibi sevgiyle algılayabildiğimiz herşeye öyle baksak, öyle samimi, öyle sevgili, öyle güzel...
Beni ben diye tanıtanın işi, bilmediği aslada bilemeyeceği şeyler üzerine düşünmek, acı çekmekten başka bir şey değil.
Dünyada acı var diye, sevgiyi ,onca güzelliği silip atacak mıyız?
Nefes almak güzel
Gün güzel
Gece güzel
Doğa ve yıldızlar güzel
Sevgili güzel
Dost güzel
Aile güzel
Kitaplar güzel
Müzikler güzel
Ve sevgili dostlar
Bu hayat yaşamaya değer.
Hem güzelliğin iki yanı vardır
Bu iki zıt yan güzelliği yaratır
Biri acıdır
Biri sevgi, tatlı sevgidir.
İkisiyle güzel güzel olabilir.
Algılarımızın değil
Koşulların kurbanıyız,
Adaletsizlik insanda var
Ahlaksızlık insanda
Ve onların yarattığı koşullarda.
-KAPAN-
İnsanlar yakar ormanları
İnsanlar öldürür canları
İnsanlar sömürür halkları
İnsanlar yaralar ruhları.
Yoksa yaşamak güzel
Yaşamı insanlar zorlaştırır
Onlar, seni canından bile bıktırır
İşte onlar insan değil, yaratıktır.
Ama asıl insanlar var ki
Seni iyileştirir, sever, sarılır
Önem verirler sana, umursarlar seni
Güneş gibi yansır, içini ısıtır.
Can kurtarırlar
Ruh kurtarırlar
Dünyanın geleceği için çalışırlar
Kötülükle savaşırlar.
İnsan olmak zordur
Ama paha biçilemez
Karakterlidir, onurludur
Bir gerçek insan, sonsuz sahteye değer.
Ve
Sana
"Yaşamak ne güzelmiş"
dedirtirler.
Kötü insanların kapanından
Ancak direniş, cesaret, akıl ve inançla çıkabiliriz. İlk önce ruhlarımızı kurtarmalı, akıllarımızı, sonra bedenlerimizi.
Kapanı da, kapandan kurtulma yolunuda insanlar icat eder ve bulur.
Buradaki asıl mesele
Kapandan kurtulmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz?
İstiyorsanız mücadele veriyor musunuz?
Kapanın içinde kalmış olan, kendini ben sanan, kavanozun dışında ki o diğer adam, kapana âşık olmuş!
Olay bundan ibaret.
Sevmiş, kavuşamamış
Kapan bir tık sıkışmış,
Hayal kurmuş gerçekleşmemiş
Kapan daha da sıkışmış,
Sorgulamış, bulamamış
İnanmış, kandırılmış
Kapan daraldıkça daralmış
Daraldıkça, önce ruhunu sonra bedenini kanatmış.
Kendine insanlar arasında yer aramış,
Onu anlayan biri karşısına çıkmamış.
Yani, işleri hiçbir şekilde yolunda gitmemiş,
Herşeyi anlamsız bulmaya başlamış
Ah, ne yazık, yanılmış!
Dostlar, acıyın, üzülün bu adam için
Yaşadıkları hiç de kolay değil
Tutun elinden, aranızda yer açın
Ayıplamayın onu, yarasını sarın.
....
Kavanozun dışında ki ses;
KİMBİLİR
"Bugün yol kenarında bir ceset gördüm. Adamın biri kaza yapmış, arabadan fırlamış. Bedeni yüzüstü yatıyor ama yüzü yok. Kafası üç metre ileri uçmuş. Kesilmiş olan kafaya baktım uzun süre, şunu farkettim; İşte böyle hiç acımadan, bu hayat insanın kafasını kesip attığı gibi, bizim hayatımız dediğimiz şeyide kesip atacak. Baktım, kanlar içindeki kafaya, kimbilir ne kadar umutlu bir insandı oda, kimbilir ne güzel hayalleri vardı onunda. Kimbilir belki o gün sevgilisinin yanına gidiyordu, belki çocuğunun, belkide sevdiği işine. Kimbilir o kafanın içinde ne düşünceler vardı, ne istekler, ama şimdi beyninden akan kanın içinde hayatı kayboldu, istekleri, sevgisi, umudu kayboldu. Kimbilir...
Kim nereden bilebilir ne zaman öleceğini, kim nereden bilebilir, yazgının kılıcını hangi an boynuna yiyeceğini? Hayat, andır. Anlık bir hayatta, hangimiz uzun vadeli planlar veya düşünceler kurabiliriz zihnimizde. Celladın baltasının her an altında olan hayatlarımızı, ne diye yorar dururuz? Ne diye, kimbilir...
Bir an ise bu hayat, o ânı nasıl mı geçirmeliyiz? Basit. Beklentisiz. Ne mutlu ne mutsuz. Ne umutlu nede umutsuz. Bizi sevmelerine izin vermeyelim, bizde Kalbimizin sevmesine katiyen izin vermeyelim. Bunun için kötü davranmak gerekirse evet (numaradan) kötü davranalım. Bizi sevmesin diye. Kimseye gönül vermeyelim, almayalım. Niçin mi? Balta boynumuza inerse, arkamızda kimseyi yaslı bırakmayalım diye, kimse delirmesin diye, kimse ağlamasın diye. Belki onlar kılıcın farkında değil, belki farkında, olsun, aldığımız yaralardan ders alıp, yara açmamak adına ve daha fazla yara almamak adına yapalım bunu.
Yıkılıp kurulan, doğan ve ölen, durmadan değişen bu evrene, ona inanmayarak, onun varlığını reddederek rest çekebiliriz ancak. Dalga geçer gibi bize sunduğu "bir andan" ibaret olan şu ömrümüzü, onun bize dayattığı ve tamamen kurgu olan özgürlük gibi içi bomboş kavramlardan yüz çevirip, onun apaçık görünen katil yüzüne gözlerimizi dikip; " Ben bu hayatı senin aldatmacalarınla değil, senin aldatmacalarına kimse kanmasın diye uğraşarak yaşayacağım" diyelim.
SIKILMAK
Bütün bunları yapabilirsek, ister istemez onun şantajlarından, tehditlerinden biri olan Can Sıkıntısı ile karşı karşıya kalacağız. Alın size sevilecek bir şey... Can sıkıntınızı severek evrene boyun eğmediğinizi gösterecek ve onun boynunu eğdirdiğinizi göreceksiniz. Can sıkıntınızı sevin. Görüntüler... Sesler... Hissetmek... Bütün bunlar iplerdir. Bizi bu iplerle kukla gibi oynatır evren, aklımızı çeler. Aldanırız.
Dünya bir labirenttir
İşin aslı bundan ibarettir
Labirentin sokakları
Aklın türlü oyunları ile dolu
Varolmayan şeylere sevgi
Yaşamayanlarla gelecek hayali
Akıl kurnaz, akıl sahte
Seni sarhoş eder
Bin yıllık içkisiyle
İnanma ona, duyumlarını kapa
Kan, ses, bir gülücük bir gözyaşı
Ve elbet görüntüler
Aklın kapanından kurtulana
Sen aldırma ama
Deli derler.
Bak, bak, işte bak
Bu, dünya!
Bu kanlı, bu yorgun, bu çirkin şey!
Onlar, binlerce yıllık kültürü
Yok olacaklarını anladıkları için
Zaman içinde hâlâ bozulmadan
Uzun süre dursun diye
Bir şekle bir biçime soktular
Kendi günlerinin ölümünü seyretmemek için,
O günleri, kültürleri, anlamları,
O zamanların yaşamaya, görmeye, duymaya, hissetmeye, bilmeye değer şeylerini, işte böyle
Ağaçla, toprakla, taşla, çelikle, betonla bir biçime, şekile soktular,
Çünkü biliyorlardı bu dünya
Tıpkı evren gibi kurulup dağılıyor, kurulup dağılıyor,
Ama yine savaşlar oldu, doğal afetler oldu, onlar öldü, yaptıkları bugün yeraltından bir bir çıkmaya başladı.
Aslında yaptıkları eserler bize şunları anlatıyordu;
Savaş, aşk, yalnızlık, hüzün, düşünüş, yorgunluk, umutsuzluk, ıstırap ve ölüm.
Canlılar, cansızlar, evren ve ruh.
Şimdi binlerce yıl sonra, aradan geçen onca yıldan sonra, bugün nasıl diyebiliriz; acı yok olacak, ayrılık yok olacak, bilgisizlik yok olacak, kötülük yok olacak?
Günümüze kadar yüz milyar insan yaşayıp öldü,
Bak, işte dünya!
İç! İç!
Bu dünya böyle!
Böyle!
Eski Hint felsefesini hatırla
Hatırla ve tekrar et oradaki şu sözleri;
"Ey Rama! Gereksiz kurallarla tatlı canını niçin sıkarsın!
Bunlar aymazları, kafasızları kandırmak için değil mi?
Acırım, saçma kurallara uymak için yırtınanlara
Zevk almak istemiyorlar, uçup gidiyor verimsiz yaşamları
Atalara ve tanrılara adanan kurbanlara da yazık!
Boşa giden kurbanlar! Tanrılar, atalar yemek yiyebilir mi!
Birileri burada tıkınırken, onlara sanki bir şey mi kalır ?
Brahmanlara sunulan yemek, atalara ulaşır mı hiç?
Kurnaz rahipler işlerine gelen kurallar koymuşlar, ve derler ki:
’Neyin varsa ver, tapın, dua et, bu dünya yalan!’
Ey Rama! Öbür dünya yalan, tapınmak, yalvarmak saçmalık
Yaşamın tadını çıkar, sakın o palavralara kanma!
....
Başta ne varlık vardı ne yokluk
Her yeri dolduran her yerde olan
Hava da yoktu yukarıda gökler de!
Nerede derin uçurumlar, denizler?
Başta ne ölümsüzlük vardı ne ölüm!
Gece de olmazdı, gündüz de
Başka şey yokken O bir başına
Sonsuzlukta uçardı sessizce.
Karanlıkla örtülüydü her yer
Başı sonu olmayan ışıksız gecede
Sıkılmış olmalı ki örtü içinde
Birden doğdu O, parlayan bir güçle.
Bu bir olandan çıktı önce
Bilginin tohumu olan sevgi
Varlığın kökü yokluk iken
Sevgiyi aradı durdu bilgi
Bir ayrılık girmemişse araya
Üstteki nedir, alttaki nedir?
Yerinde duramayıp düşünce tohum
Yer altta, gerilim üsttedir.
Bütün bunları kuran kim?
Varlık neden olmuş duyan kim?
Tanrılar da gelmişler buraya!
Nereden gelmişler gören kim ?
Kim ise varlığı yaradan
Bakar mı göğün üst katından
Yerde ne varmış, ne yokmuş
O da mı bilmez, kim bilir?
....
Ey saygıdeğer kişi! Bu kemikten, deriden, kastan, ilikten, etten, ersuyundan, kandan, gözyaşından, çapaktan, sümükten, tükürükten, terden, boktan, çişten, ödden ve salyadan oluşan, kokuşmuş
vücutla nasıl mutlu olunur! Bu isteklerin, öfkenin,
kızgınlığın, tutkunun, korkunun, kuşkunun, ürkekliğin, kıskançlığın, özlemin, tiksinmenin, aç
lığın, susuzluğun, yaşlılığın, ölümün, hastalığın
ve daha başkalarının uğrağı olan bu vücutla nasıl
mutlu olunur! Hem, bu dünyada her şey gelip geçici, bu sinekler ve böcekler ve benzerleri gibi, şu otlar,
ağaçlar gibi önce oluyor sonra yok oluyor. Dahası
da var - denizlerin kuruması, dağların devrilmesi,
demirkazığın titremesi, fırtınaların kopması, yerin
çatlayıp göçmesi... Bütün bunların olabildiği bir
yerde nasıl mutlu olunur! Sonra, bir gün her şeyden
bıkılır; sonra yine her şeye yeni baştan başlanır!"
........
Kavanozun içindeki ses;
İnsan günleri değil anları hatırlar derler, bende hayat anların bütünüdür demiştim. Benim yerime geçen şeyin bütün hüznü, bir andan ibaret oysa. Biz bilincimizi algılayabildiğimiz her an, o ânı sevinçle doldurmaya bakacağız. Sandalyelerin bacağı kırıksa buna dert yanmayacak, ya bacağı tamir edecek yada yeni sandalye yapacağız. Demek istediğimi anladığınızı umuyorum. Birileri gelirken birileri gidiyor olacak, geldiğimiz ve gittiğimiz yeri bilmiyorsak onu bilmeye, tanımaya çalışacağız. Yol hep var. Bu yol bataklıksa, diğeri çiçekli, biz bataklığa çiçekler ekip gideceğiz. Problemi çözemiyorsak, çözebileceğimiz problemlere yönelecek ve böylece zamanımızı verimli geçireceğiz. Herşeyden önemlisi, sevmekten ve sevgimiz için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Polyanna olmak değil niyetimiz, hüznü de görecek, acıyıda tadacağız ama erdemli insanlar, pes edenler değil, vazgeçenler değil, erdemli insanlar, elinden hiçbir şey gelmese dahi, acı çekenin, ihtiyaç sahibinin, belki herşeyini, herkesini kaybetmiş kişinin, yanında, en azından yüreğiyle, sevgisiyle durabilenlerdir. Her insan doktor olabilir, kimisi kalbiyle kimisi bilgisiyle. Bence hayat, göz kapayıp açacak kadar bile uzun değildir. İşte bu yüzden, bizlere yaraşan, bunalımlarda, labirentlerde avarelik etmek değil, birbirimizin yanında ölene dek sevgi, inanç ve yürekle kalabilmektir.
Dünyanın ve evrenin derdi bizi aşar, biz sarabileceğimiz yaraları dindirmeye bakalım. Ve bu dünyayı anne yüreği gibi yaşayalım, işte şöyle;
"Bu hayatı ana yüreği gibi yaşalım.
Bir annenin yüreğini anlamaya,
kavramaya, bütün bir evrenin aklı yetmez, gönlü yetmez.
Onun içinde ki sevgiyi, onun evladını saran o bağını, onun o merhametini, içtenliğini ve samimiyetini tercüme edebilecek ne bir insan, ne bir dil ne de bir sanat vardır. Bu hayatı ana yüreği gibi yaşayalım. Sevelim, inanalım, direnelim, güvenelim ve vazgeçmeyelim bu dünyadan. Ana, nasıl sever, nasıl inanır, nasıl güvenir, nasıl vazgeçmezse yavrusundan.
Bu dünyayı yavrumuz bilelim, onun gözyaşını silelim, yüzünü güldürelim, onun geleceği için emek verelim.
Bu dünyayı ana yüreği gibi sevelim.
Bir an içinde olan her güzellik,
anne sevgisi gibi sevilmeye layıktır;
Doğa, insan, hayvan, ve her birinin kendine öz sanatı, ruhu... "
5.0
100% (6)